Nasıl da göz kamaştırıcı, nasıl da müthiş, bir çırpıda öldürebilirdi şafak beni, Eğer ben de onu yaymasaydım her an kendi içimden dışarı. Pek göz kamaştırıcı, pek müthiş, güneş gibi yükseliriz biz de, Kendimizi buluruz sen ve ben, ey ruhum, şafak vaktinin sükûnetinde, serinliğinde. Gözlerimin erişemediği şeyleri kovalar sesim, Dilimin kıpırtısıyla dünyaları, yığınlarca dünyayı fethederim. Görüşümle tıpatıp aynıdır konuşmam, kendini tartmaya yetmez gücü, Kışkırtır daima beni, eğlenir benimle, Walt, der, içinde tutma, söyle söyleyeceğini. Hadi oradan, dolduruşa gelmeyeceğim, sözcükleri abartıyorsun sen, Bilmez misin, ey İfade, altında kat kat örtülüdür tohumlar senin? Karanlığın bağrında, buzların korunağında bekler onlar, Benim peygamberce haykırışlarımla savrulur toz toprak, Birbiriyle dengelemek üzere nedenleri üst üste yığarım, Yaşam uzuvlarımdır bilgim, tüm varlıkların anlamına denktir, –– Mutluluk! (Bunu duyan her insan hemen mutluluğun peşine düşmelidir.) Esirgiyorum senden asıl meziyetimi, saklıyorum beni ben yapan şeyi, Dünyaları fethet istersen, ama düşünme beni fethetmeyi, Tek bakışımla alt üst ederim senin en şık, en muntazam biçimlerini. Ne yazı ne de söz ortaya koyup kanıtlayabilir beni, Taşırım çehremde her türlü kanıtı ve çok daha ötesini, Dudaklarımın suskunluğu bastırıverir en amansız şüpheciyi. --Aytek Sever’s translation
Ne çabuk öldürüverirdi beni o göz kamaştırıcı ve muazzam gün doğumu, Atmasaydım içimdeki gün doğumunu hemen her seferinde. Biz de yükseliriz güneş gibi göz kamaştırıcı ve muazzam, Biz bulduk kendimizinkini Ey ruhum, sakinliğinde ve serinliğinde şafağın. Sesim ardından gider gözlerimin ulaşamayacağı şeyin, Dilimin kıvrılışıyla dünyaları kuşatırım ve dünyaların ciltlerini. Söz ikizidir görüşümün, yetersizdir kendini dizginlemede, Hep kışkırtır beni, alay ederek şöyle der, Walt, ne kadar çok şey tutuyorsun içinde, neden bırakıp rahatlamıyorsun? Hadi oradan, boş yere umutlanmayacağım, ne de çok güzel cümleler kuruyorsun sen. Ey söz, bilmiyor musun altında nasıl istiflendiğini tomurcukların? Karanlıkta bekliyorlar, koruması altında ayazın, Uzaklaşıyor pislik yalvaçça haykırışlarım karşısında, Dengeleyeceğim temel nedenleri sonunda, Bilgim canlı parçalarımdır ve uyum içindedir her şeyin anlamıyla, Mutlulukla (her kim duyarsa beni, kadın ya da erkek, bu günü aramak için yola çıkarır onu.) Son meziyetim, reddediyorum seni, reddediyorum gerçekte ne olduğumu ifade etmeyi, Kuşat dünyaları, ama asla kuşatmaya kalkma beni, Sırf sana doğru bakarak dolduruyorum en gösterişli ve şık hâlini. Yazı ve söz kanıtlamaz benim ne olduğumu, Yüzümde taşırım bütün kanıtları ve diğer her şeyi, Susuşuyla dudaklarımın büsbütün şaşırtırım şüphecileri. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Bu bölümde tek bir “ey” ya da “ah” (O) sözcüğünün altı dizeyle ve üç kıta aralığıyla birbirinden ayrılan tekrarları üzerinden, Whitman, ruh ve konuşma arasındaki bağlantıyı projesinin merkezine yerleştirir; görsel bir ahenge ve kendi yeni şiir ölçüsüne başvurarak, kadim bir felsefi düşünceyi çağı için ve gelecek çağlar için yeniden yapılandırır: Dilinin ucundaki “dünyaları, yığınlarca dünyayı” (“dünyaları ve dünyaların ciltlerini”) ruhunun konturlarına ve insanlık halinin ayrılmaz parçası olan ruhsallaştırma edimine denk kılar. Sözcüğün kendisi, dünyalar kadar deneyimi kapsayan bir dünyadır; bir iç çekiştir, aniden nefes alış, “peygamberce haykırışlar” (“yalvaçça haykırışlar”), “her türlü kanıt” (“bütün kanıtlar”) ve söylenebilecek ve söylenemeyecek her şey: “Ah” kalbim! (“Ey” kalbim!)
Bu sözcüğü, gün doğumunda veya gün batımında, büyük bir güzellik veya çirkinlik huzurunda, bir gün içinde kaç defa söyleyebileceğinizi düşünün. Arzunun pençesinde, umutsuzluğun dipsiz kuyusunda, hazda veya ıstırapta haykırırız “ah” diye. Her şeyi anlatan bir sözcüktür bu; anlam rezervleri tükenmezdir: “Ah” diye mırıldanır, ağlar, şarkı söyler ve haykırırız. Şayet tek bir sözcük, tek bir harf (O) bunca şeyi söyleyebiliyorsa dildeki tüm sözcüklerde –ve dünyanın tüm dillerinde– nelerin barınabileceğini düşünün.
“Ah,” evet. “Ah,” hayır. “Ah,” Tanrım.
Yahut, şairin tek bir virgülü eksilterek neleri kaynaştırdığına bakın: “Yaşam uzuvlarımdır bilgim” (“Bilgim canlı parçalarımdır”) (My knowledge[,] my live parts). Merakınızı bastırmanız gerekmez: “Yaşayan varlıklar için erteleme yoktur,” der Yunan şairi Yorgo Seferis. Bilgi canlıdır, tomurcuklanır, büyür, çiçek açar; başka bir yeniden doğum ve yenileniş mevsiminde yerinden edilmeye yazgılı anlamlar yaratır durur. “Ah”, dedim hayretle, kafam allak bullak ve kadın bana karşılık vermeyince tek tek saydım kayıplarımı – falanca geleceği, mutluluğu, ya da hayatı. Yazdım ve konuştum; konuştum ve yazdım. Hiçbiri teselli vermedi ruhuma, rahatlatmadı beni.
Neyi gördüm senin ifadende? Peki ya sen neyi gördün benimkinde? Ah, ah, ah…
--Chritopher Merrill
Soru
Bu bölümde Whitman, “tüm varlıkların anlamına” (“her şeyin anlamına”) en çok yaklaşan sözcük olarak “Mutluluk” sözcüğünü anar ve bizi “hemen onun peşine düşmeye” (“bu günü aramak için onu yola çıkarmaya”) teşvik eder. Şiirin bu kısmı Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin en tuhaf ifadelerinden birini; Thomas Jefferson’ın insanların “devredilemez hakları” arasında “Yaşam, Özgürlük ve Mutluluk arayışı” olduğunu yazdığı kısmı çağrıştırır gibidir. Jefferson ve Whitman insanın mutluluğu arama hakkını neden vurgulamışlardır? Bağımsızlık Bildirgesi’nde ve “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nda “mutluluk” ne anlama gelir? “Mutluluk” bize vaat veya garanti edilen bir şey değildir, daha ziyade onu “arama” veya onun “izini sürme” hakkı vaat edilmektedir. Neden?