Nedir biçim, bir sureti olmak nedir? (Döngüler halinde uzaklaşırız kendimizden, hepimiz, ve daima geri döneriz.) Daha gelişkini var olmasaydı bile yeter de artardı kaskatı kabuğu içindeki istiridye. Oysa katı bir kabuk değildir benim tenim; Üzerim tepeden tırnağa iletkendir, ister durayım ister geçip gideyim; Kavrarım her nesneyi, kendimden zararsızca aktarırım. Parmağımla hafifçe dokunup bastırmam ve hissetmem yeter mutlu olmam için, Bedenimin bir başka bedene değmesi bana dayanamayacağım kadar ağır gelir bazen. --Aytek Sever’s translation
Herhangi bir biçimde olmak, nedir o? (Döner dururuz her birimiz ve hep buraya geliriz,) Hiçbir şey gelişmeseydi bile hissiz kalın kabuğunun içindeki deniztarağı20 yeterdi. Benimki hissiz kalın bir kabuk değil, Nereden geçsem, nerede dursam hızlı paratonerler var üzerimde, Her şeyi yakalar ve zarar vermeden geçirirler içimden. Sadece parmaklarımla karıştırır, yoklar, dokunurum ve mutluyum bundan, Katlanabileceğim bir şeydir bedenimin bir başkasınınkine dokunması. 20 Whitman özgün metinde yerel “quahaug” sözcüğünü kullanmıştır. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Bir keresinde Iraklı bir tiyatro yönetmeni, bana, New York’a bir ziyareti sırasında, insanların tepkilerini ölçmek adına kaldırımda yürüyen birkaç kişiye bile bile çarptığını söylemişti. Amerikalılar’ın her zaman özür diledikleri sonucuna varmıştı. Onun bu gözlemi Whitman’a gülünç gelirdi herhalde, zira o muhtemelen af dilemek yerine yabancıya sarılıp onu şaşkına çevirirdi. “Tadın da görün, Rab ne iyidir” denir Mezmurlar’da: Whitman’ın uyduğu bir buyruktur bu; demokratik benliğe dair kendi mezmurunun ışıltılarında Rabb’in yerine Hayatı koyar, şiirin bu bölümünde eşyayı dokunma vasıtasıyla görür, dünyayı tadar. Hiç kimseden çekinmez.
Bağdat’ta yönetmen ile olan sohbetimden kısa süre sonra Kuzey Irak’a, Kürdistan’a seyahat ettim. Bir sabah bahar yağmurları altında yeşil bir vadiden arabayla geçerken, bir köyün hemen dışındaki iki çıplak dağ sırası arasında arkadaşım aniden frenlere asıldı ve irice bir kaya olduğunu sandığım bir şeyin etrafından dolandık. Yolun tam ortasında bir kaplumbağa vardı (kim bilir, belki de Whitman zamanında doğmuş bir kaplumbağaydı), trafiği umursamıyordu ya da umursamıyor gibi görünüyordu ve başını kabuğundan dışarıya belli belirsiz uzatmıştı. “Benimki hissiz kalın bir kabuk değil” (“katı bir kabuk değildir benim tenim”) demişti her hissini şarkıya aktaran Whitman. Arkadaşım ve ben, o güzel yaratığa bakakaldık; “deniz tarağı” (“istiridye”) ve yumuşakça ile akrabaydı, hatta tüm yaşam formlarıyla akrabaydı; ve hepimiz başlangıçtan beri ait olduğumuz bir bütünün parçalarıydık. Sonra arabamızı sürüp, gitmemiz gereken yere doğru yola devam ettik.
--Christopher Merrill
Soru
Birçok dilde insanları istiridyeyle veya diğer kabuklu yaratıklarla ilişkilendiren çeşitli imge grupları vardır. İngilizcede, konuşmayan bir kimsenin “kabuğuna çekildiğini” (clammed up) söyleriz. Ya da utangaç birinin “kabuğunun dışına çıkmadığını” (retreat into her shell) söyleriz. Bu tür benzetmelerin değeri nedir? Kişisel deneyiminiz, insanların dünyaya karşı sürekli hassas olan bir derinin içinde yaşadığına dair Whitman’ın taşıdığı varsayımla örtüşüyor mu; yoksa bu hayalî kabuklar da bir o kadar önemli midir?