İçimde bir şey var –– bilmiyorum nedir –– ama biliyorum ki içimde o benim. Kan ter içinde kıvranırken birdenbire yatışıp serinliyor bedenim, Dalıyorum uykuya, uyuyorum –– uzun zaman uyuyorum. Bilmiyorum nedir o –– yok bir adı –– söylenmemiş bir kelime yalnızca; Karşılığı yok hiçbir sözlükte, ifadede, sembolde. Üzerinde dönüp durduğum dünyadan bile öte bir şeyin üzerinde dönüp duruyor o, Kucaklayışıyla uyandığım yaratılış can dostudur onun. Bundan fazlasını da söyleyebilirim belki; ah, keşke ana hatları sunabilsem kardeşlerime! Görebiliyor musunuz, ey sevgili kardeşlerim? Ne kaos bu, ne de ölüm –– biçim bu, birlik, plan –– ebedî yaşam –– Mutluluk. --Aytek Sever’s translation
Bir şey var içimde—bilmiyorum ne—ama biliyorum içimde olduğunu. Bükülmüş, terli—sakinleşip serinliyor işte o zaman bedenim, Uyuyorum—uzun uzun uyuyorum. Tanımıyorum onu—yok bir adı—söylenmemiş bir söz o, Yer almıyor hiçbir sözlükte, ifadede, simgede. Salınıyor benim de salındığım dünyadan daha büyük bir şeyin üzerinde, Yaratılış beni kucaklayışıyla uyandıran arkadaşıdır onun. Belki daha çok anlatabilirim. Ana hatlar! Dileğim budur, erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim için. Görüyor musunuz Ey erkek kardeşlerim, kız kardeşlerim? Bu kaos ya da ölüm değil —biçim bu, birlik, tasarı—sonsuz hayat—bu Mutluluk. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Havai fişekler göz kamaştırıcıydı. Kutsal bir dağdan dışarıya doğru uzanan bir kayalıktan, onların Han Nehri’nden ateşlendiklerini ve gümüş, kırmızı ve mavi renkli infilaklarla örümcekler, palmiyeler, şakayıklar biçiminde Seul’ün ışıkları üstüne yağdıklarını görüyordum. Patlama sesleri ancak saniyeler sonra varıyordu: top ateşini andıran bir ses; muhabirlik yaptığım savaşların yanı sıra, Kuzey ve Güney Kore arasında yer alan, her iki tarafında topçuların talim atışı yaptığı Askerden Arındırılmış Bölge’ye olan yolculuğumun anılarını da bana hatırlatan bir ses. Fakat yolculuklarımdan öyle yorulmuştum ki piroteknik görsel şölene rağmen gözlerimi açık tutamıyordum ve uyuyakaldığım sırada uzaktaki gümbürtülerle dağa tırmanırken duyduğum sesler düşümde birbirine karıştı: sellerden ve kuraklıktan sorumlu olan, suların hâkimi mitolojik Ejderha Kralı’nın mum ışıklarıyla aydınlatılmış pınarının yukarısında, karanlıkta mırıldadığını duyduğum seslere. Hiç kimseyi görememiştim (rehberim bir şaman şifa ayinine rastlamış olabileceğimizi tahmin etmişti), ama patikadan yukarıya devam ettiğimiz sırada sesler tahayüllüme yerleşmişti büsbütün. Aniden irkilerek uyanıyorum. Gökyüzü işaretlerle ışıl ışıl.
Bu bölümde Whitman, içindeki bir şeyin bilinciyle uyur ve uyanır. Bir akımdır o, hayaletvari bir histir, “sözlükte, ifadede, simgede” bulunmayan, söylenmemiş bir sözcüktür; kendisini demokratik vizyonuna denk bir poetik biçime özlem duymaya sevk eder. Bu demokratik vizyonun ana hatları şairin etrafındaki her şeydedir: insanlarda, mekânlarda, şeylerde; jeolojik ve tarihsel geçmişte; bellekte ve imgelemde. Bu yaratıcı ruhun ne olduğunu tam olarak bilmez şair, ama şunu bilir ki kendisi bedenen şarkı söylemeyi bıraktıktan çok sonra dahi şarkısını canlı tutacak şey odur.
Kap, sandal, bitki, manyetik alan, makine: Şiirin imgeleri sayısızdır. Eşik ve kapı, dalga ve deniz, rüzgâr ve ışık. Geleneksel veya açık biçimlere (open forms) başvuran şairler deneyimdeki anlamı ayırt eder, zihnin yapılarını açığa vurur ve evrenin güzelliğini hatırlatır. “Düzene oturtmaya çalışacağım,” der Amerikan şairi A. R. Ammons, “düzensizliğin genişleyen kavrayışlarını, enginleşen kapsamı.” Tam Whitman’a uygun bir projedir bu; Çimen Yaprakları’nın 1855 basımının önsözünde şöyle der o: “Bilinen evrenin bir tane hakiki âşığı vardır, o da en yüce şairdir.” Şair, sıradan halkın konuşma ve davranışlarında erkek ve kız kardeşlerini bulmanın yanı sıra, ölümün kaçınılmaz gerçekliğini ve kaosu dengeleyen uyaksız bir şiiri (“biçim, birlik, tasarı / plan”) de bulan “ılımlı insandır.” Bir ebedî yaşam vizyonudur bu. Mutluluk onunla suret bulur.
--Christopher Merrill
Soru
“Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı” için çeşitli fikirlerini kaydettiği erken dönem not defterlerinden birinde Whitman şöyle yazar: “Biliriz ki sempati ya da sevgi tüm yasaların üzerindeki bir yasadır,” çünkü “ancak ve ancak sevgi” “ruhu her şeyin nihai istirahat yeri gibi görünen katıksız mutluluğun idrakına vardırabilir.” Sizce Whitman’ın bu bölümde “mutluluğun” varoluşun kökeni ve neticesi olduğunu ifade etmesi naif bir iyimserlik midir? “Hiçbir sözlükte, ifadede, sembolde” bulunmayan ve “her şeyin nihai istirahat yeri gibi görünen” bu “adı olmayan” şeyi ima etmek için başka hangi sözcükleri tercih edebilirdi?