Soluyor geçmiş ve şimdiki zaman –– ben doldurdum onları, ben boşalttım, Ve geleceğin bir sonraki kabını doldurmaya hazırlanıyorum işte. Hey oradaki, sözlerimi dinleyen, sana söylüyorum! Bana verebileceğin bir sır var mı? Usulca yanıma sokulan akşamı kokladığım sırada yüzüme bak benim, (Konuş dürüstçe, duymayacak seni başka kimse, ama ben de yalnızca bir dakika beklerim.) Çelişiyor muyum kendimle? Pekâlâ, çelişiyorum kendimle, (Büyüğüm ben, yığınları taşıyorum içimde.) Meylediyorum en yakınımdakilere, bekliyorum kapının eşiğinde. Günlük işlerini kimler tamamladı? Akşam yemeğini hanginiz bitirecek önce? Kim yürümek ister benimle? Gitmeden bir şeyler söyleyecek misin bana? Çoktan geç mi kaldın yoksa? --Aytek Sever’s translation
Geçmiş ve şimdi soluyor—doldurdum ve boşalttım onları, Sonra diğer katımı, geleceği doldurmaya devam ediyorum. Sen, oradaki dinleyici! açacak sırrın var mı bana? Yüzüme bak ben yaklaşan akşamı içime çekerken, (Açık konuş, seni duyan kimsecik yok, ben de sadece bir dakika kalırım.) Çelişiyor muyum kendimle? Peki, tamam, çelişiyorum kendimle, (Genişim ben, çokluklar barındırırım içimde.) Yakında olanlara veriyorum dikkatimi, kapı eşiğinde bekliyorum. Kim günlük işlerini tamamladı? kim akşam yemeğini ilk bitirecek olan? Kim benimle yürümek ister? Ben gitmeden konuşacak mısınız? zaten çok geç mi diyeceksiniz? --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Havalar serinledi, meşe yaprakları sararıyor. Bir keresinde bir arkadaşım bana sapından yüzün kızarmasını andıran al al damarlar yayılan bir akçaağaç yaprağı göstererek, “Sonbaharda şiir yazamasan şair değilsindir” demişti. Çelişkiler mevsimi: saçılmış saman saplarıyla dolu bir tarlada bal kabaklarının turuncu parıltısı; kış buğdayını biçen bir çiftçi; ekilmeye hazır bir sepet lale soğanı. Ölüm ve yenileniş: Whitman’a göre tekrar tekrar geçtiğimiz çift kanatlı kapılar – kâh biz yazarız onları, kâh onlar bizi yazar.
“Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı” atomik seviyedeki bir eşitlik bildirisiyle ve şairin “her tehlikeli şeyi konuşma” (“her şeyi göze alarak konuşma”) yeminiyle başlayarak, bizi Doğa’nın “ket vurulmamış hakiki kudretiyle” (“dizginlenmemiş ilkel gücüyle”) ateşlenen ve “inançların ve ekollerin” (“inançlar ve mezheplerin”) kısıtlarının ötesine geçen bir yolculuğa çıkarmıştı. Şimdi, yolcuğumuzun sonu yaklaşırken, Whitman bizi onunla beraber engin dünyanın tüm çelişkilerine doğru yürümeye davet eder. Bu çelişkiler onun ruhunda birbiriyle boy ölçüşmektedir, yani demokratik tahayyülünde.
“Aşkınlık için bir kaldıraç” olarak çelişki (Simone Weil) ve her bireyde barınan çoklukların bir işlevi olarak çelişki: Bu iki fikri nasıl uzlaştırabiliriz? Her ikisi de doğrudur, derdi herhalde Whitman. Benlik (kendi; self), tıpkı demokrasi gibi, doğası gereği çelişkilidir çünkü yaşamış olan herkesin düşleri, düşünceleri ve tutkularından oluşur; bedenlerimiz ve ruhlarımız erkekler ile kadınların, avcılar ile toplayıcıların, köleler ile efendilerin, harikulade ile zorbanın, yaşayan ile ölünün bir bileşimidir ve bunların hepsi bizim alakamız için çekişirler. Onların çelişkili, ilham verici olan ve bazen de tahayyülümüzün derinlerine gömülmüş olduklarından boğuk gelen sesleri, iyi meleklerimize uymamız şartıyla aşkın bir anlamın kaynağı olabilir. Czeslaw Milosz, şairleri uyarır: “Umalım ki / iyi ruhlar seçsin bizi kendilerine vasıta olarak, kötü ruhlar değil.” İçimizde yaygara koparan bu sesler nasıl da ıstırap verebilir! Bir şarkıda söylendiği gibi, “kalbim falanca şeyi yap der, başım başka bir şeyi.”
Şairin ölümü karşılayabilmek için yaşamın temel çelişkisini, yani doğduğumuz andan itibaren ölmeye başladığımız gerçeğini bünyesinde barındırabilecek kadar kapsamlı bir biçimi bulması gerekir. Bu korkutucu gerçek, Whitman için bir tür kurtarıcı bilgidir ve onun manevi haleflerinden A. R. Ammons için de yeniden bahşedilen bir lütuftur. Onun meşhur şiiri “Corsons Inlet” (“Corsons Boğazı”) dört katmanlı bir aydınlanışla sona erer: “Kavrayışımdan kaçıyor kapsam, sonu yok görüşün, / hiçbir şeyi algılayamadım tastamam, / yarın yeni bir yürüyüş, yepyeni bir yürüyüş.”
Yürüyelim mi beraber? İşte beraber ilk defa yürüdüğümüz kentin ışıkları; işte karanlık sularda teknelerin beşik gibi sallandığı nehir ve işte tüm şıklığınla sen…
--Christopher Merrill
Soru
“Ben gitmeden konuşacak mısınız? zaten çok geç mi diyeceksiniz?” (“Gitmeden bir şeyler söyleyecek misin bana? Çoktan geç mi kaldın yoksa?”) Whitman’ın buradaki soruları acil yanıt bekler; ama gene de şiir bittiğinde şairin “gitmiş” olmayacağını biliriz çünkü şiiri yeniden açıp dilediğimiz kadar okuyabiliriz. O halde sizce Whitman şiire olan yanıtlarımızda “çok geç” kaldığımızı söyleyerek ne demek istemektedir?