Ey Deniz! Kendimi sunuyorum sana –– ne istiyorsun anlıyorum, Sahilden bakıyorum o davetkâr kıvrık kıvrık parmaklarına, Biliyorum kabul etmiyorsun beni duymadan geri dönmeyi, Sıra senindir o halde şimdi –– soyunuyorum işte, götür beni karadan uzaklara, Yumuşacık döşeklere yatır, dalga dalga uykularda salla, Sırılsıklam et aşkla –– ve sonra bende olacak sıra. Ey engin dip dalgalarının denizi, Kabaran hiddetli nefeslerin denizi, Yaşamın tuzlu sularının, kazılmamış ama daima hazır mezarların denizi, Fırtınalarla uluyup kuyular kazan ey zarif, haşin deniz! Seninle birim ben, belli bir evredeyim ben de, ve bütün evrelerdeyim. Ortağıyım hem içe hem dışa doğru akışın, övgücüsüyüm hem hıncın hem uzlaşmanın, Övüyorum can dostlarını ve koyun koyuna uyuyanları. Sevginin muştucusuyum ben, (Evin içindekileri sayayım da evin kendisini es mi geçeyim?) İyiliğin şairi değilim ben yalnız, kötülüğün şairi olmayı da seve seve üstlenirim. Nedir erdem ve günah üzerine şu laf kalabalığı? Ateşliyor beni hem şer hem şerrin telafisi, gamsızca bekliyorum işte, Ne bir inkarcının tavrıdır bu ne de kınayıcının, Azar azar su veriyorum serpilen tüm varlıkların köküne. Sonsuz gebelik sıracaya yol açar diye mi korktun sen? Semavi kanunlar değiştirilip düzeltilmeli mi zannettin? Her yanda karşıtların dengesini bulurum ben, Katı ilkeler kadar esnek ilkeler de ayakta tutar insanı; Düşüncelerle eylemler her an uyanışımızdır, yola erkenden çıkışımızdır bizim. Desilyonlarca geçmiş an üzerinden geliyor bana şimdiki an, Ondan üstünü olamaz burada, tam şu an. Geçmişte ya da şimdi iyi olan şeylere şaşmamak gerek, Bir alçak ya da hain nasıl olabiliyor daima ve daima budur asıl şaşılacak. --Aytek Sever’s translation
Sen deniz! Kendimi sana bırakıyorum—tahmin ediyorum ne demek istediğini, Sahilden izliyorum davetkâr, kıvrık parmaklarını, Biliyorum bana dokunmadan geri dönmeyi reddediyorsun, Sarmaş dolaş olmalıyız birlikte, soyunuyorum, acele ediyorum karadan uzaklaşmak için, Altıma yastık koy yumuşacık, salla beni dalgalı uykunda, Şehvetli sularınla ıslat, karşılığını verebilirim sana. Gerili dip dalgasının denizi, Geniş, çarpıntılı soluklar alan deniz, Hayatın tuzunun, kazılmasa da her daim hazır mezarların denizi, Fırtınaların uluyucusu ve kepçecisi, kaprisli, narin deniz, Bir bütünüm seninle, ben de bir evreyim ve bütün evrelerden biriyim. İçe akışa ve dışa akışa katılan ben, methiyecisiyim nefretin ve uzlaşmanın, Methiyecisiyim kız arkadaşların12 ve o birbirinin kollarında uyuyanların. Duygudaşlığı kanıtlayanım ben, (Evdeki şeylerin bir dökümünü yapıp, onları barındıran evi atlayıp geçecek miydim?) Yalnızca iyiliğin ozanı değilim, reddetmiyorum kötülüğün de ozanı olduğumu. Nedir bu erdem ve ahlaksızlık hakkında edilen laflar? Kötülük harekete geçirir beni ve kötülüğün ıslahı da harekete geçirir, bir fark gözetmem, Tarzım kusur bulanınki değildir, reddedicinin tarzı da değildir, Sularım büyüyen her şeyin kökünü. Sıraca illetinden mi korktun bitmek bilmeyen hamileliğin sırasında? Göksel kanunların henüz işlemediğini ve düzeltilmesi gerektiğini mi tahmin ettin? Bir tarafı dengede, tamamen zıt tarafı da dengede görüyorum, Ilımlı öğretiyi de katı öğreti gibi istikrarlı bir çözüm olarak görüyorum, Şimdinin fikirleri ve eylemleri kalk zilimiz ve işbaşımızıdır. Bana geçmiş desilyonlardan13 ulaşan şu dakika, Ondan ve şimdiden iyisi yok. Geçmişte uygun olan ya da şimdi uygun olan şey o kadar da şaşılası değildir, Şaşılacak şey her zaman ama her zaman orada nasıl kötü bir insanın ya da bir kâfirin olabileceğidir. 12 Whitman özgün metinde Fransızca “amies” sözcüğünü kullanmıştır. 13 1033 şeklinde yazılan çok büyük sayı. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Nobel ödüllü Fransız şair ve diplomat Saint-John Perse (1887-1975) Whitman ile sadece aynı doğum gününü –31 Mart– değil, daha birçok şeyi paylaşıyordu: adada geçmiş bir çocukluk, engin bir görüş, uzun dizeler (Perse kendi ölçüsel inceliklerini Whitman’ın serbest ölçüsünden ayrı tutmaya özen göstermiş olsa da), bilimsel söz dağarcığına düşkünlük, tarihe ve devinime, sayım ve tekrara, doğaya ve doğal unsurlara, özellikle de denize duyulan sevgi. Esasen, Perse’in başyapıtı Amers “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın yirmi ikinci bölümü üzerine bir meditasyon gibi; denizle “bir olmanın” (“bir bütün olmanın”), “hem içe hem dışa doğru akışın” ortağı olmanın (“içe akışa ve dışa akışa” katılmanın), yükselip alçalarak yaşamın her köşesine kabarmanın ne demek olduğuna dair kitap uzunluğunda bir deneme yazısı olarak okunabilir. Perse’in okyanussal derinliklerini Whitman’ın “kabaran hiddetli nefesler denizini” (“geniş, çarpıntılı soluklar alan denizini”) duymaksızın seslendirebilmek zordur ve her iki şair için hakiki ölçü birimleri bunlardır belki de. Zira denizin gelgitli devinimleri, tıpkı derin düşünce içindeki, arzunun ateşi içindeki, hayret ve ıstırap içindeki zihnin devimleri gibi kâinatın uçsuz bucaksızlığına işaret eder, ki o da bu şairler için sonsuz bir merak kaynağıdır.
Bir keresinde ben de Central Park Hayvanat Bahçesi’nde yüzen aslanları seyretmiştim. Onlar için yapılmış olan tankta suyun altında ağır ağır döneniyorlar, kış gününün öğleden sonrasında oradan oraya süzülüyorlar, yüzeye çıkıp tekrar dalıyorlar, kayaların üzerine sıçrıyorlardı. Böylece bedenimde bir tür hoşluk duymuş; yaşamı şekillendiren doğa güçlerine dair sezgim ve Whitman ve Perse okumalarıma istinaden, o hoşluk sayesinde, asla anlayamayacağımız yollarla birbirimize bağlı olduğumuzu düşünmüştüm. En soğuk günde nasıl ısınabileceğimi ve nefesimi uzun süre nasıl tutabileceğimi; ayın farklı evrelerinin etkilerini nasıl tartabileceğimi; “dalga dalga uykularda” (“dalgalı uykuda”) nasıl salınabileceğimi ve aşkın bize bahşettiği armağanları nasıl geri ödeyebileceğimi hissedebiliyordum tenimde.
--Christopher Merrill
Soru
Whitman, “ateşliyor beni hem şer hem şerrin telafisi” (“kötülük harekete geçirir beni ve kötülüğün ıslahı da harekete geçirir”) diyerek ve bu ayrım söz konusu olduğunda “gamsızca beklediğini” (“fark gözetmediğini”) söyleyerek ne demek istemektedir? Hem “şerrin” (“kötülüğün”) kendisi hem de onun “telafisi” (“ıslahı”) bu şiiri nasıl ateşleyebilir? Bu dünyada neyin “şer” (“kötü”) olduğuna ve hangi “şerrin” (“kötülüğün”) “telafi” (“ıslah”) edilmesi gerektğine kim karar verir? Bazılarının “şerri” (“kötülükleri”) ötekilerin meziyetleri olabilir mi? Bazılarının insanı cennete götüreceğine inandıkları eylemler, diğerlerinin insanı cehenneme götüreceğine inandıkları eylemlerle aynıysa ne olur?