Sessiz ve durgun, alabildiğine uzanıyor gece, Karanlığın koynunda iki hareketsiz koskoca tekne, Gemimiz delik deşik, batıyor ağır ağır, zaptettiğimiz gemiye geçme hazırlıkları sürüyor, Subay güvertesinden kireç gibi ağarmış bir yüzle kaptan soğukkanlı emirler veriyor; Yanıbaşında kamarot çocuğun cesedi, Uzun ak saçlı, bıyıklarını özenle kıvırmış deniz kurdunun ölü çehresi, Tüm çabamıza rağmen alev alev yanan direkler ve güverte altı, Hâlâ vazife başında olan iki üç subayın kısık sesleri, Öbek öbek yığılmış ya da bir başına yatan bedenler, direklere ve serenlere sıçramış etler, Kopmuş halatlar, boşta sallanan ipler, dingin dalgaların verdiği ürperti, Suskun kapkara toplar, yere saçılmış kovanlar, ağır koku, Yüksekte sessizce, matem dolu parlayan birkaç iri yıldız, Deniz melteminin narin püfürtüleri, sahilden sazlıkların ve kırların ıtırı, ölenlerin sağ kalanlara son sözleri, Cerrahın tıslayan bıçağı, testerenin kemiren dişleri, Hırıltılar, homurtular, fışkıran kanın şapırtısı, ani haşin bir feryat, uzun boğuk bir inilti; Onlar… Geri gelmeyecek hiçbiri. --Aytek Sever’s translation
Uzanmış ve sessizce yatıyor gece yarısı, Vurulmuş iki kocaman gemi kıpırdamadan koynunda karanlığın, Gemimiz delik deşik ve yavaşça batıyor, hazırlıklar devam ediyor ele geçirdiğimiz gemiye geçmek için, Subay güvertesinde soğukkanlı emirler yağdırıyor kaptan, yüzü kâğıt gibi beyaz, Kamarada görev yapan çocuğun cesedinin yanı başında, Uzun, beyaz saçları, özenle kıvrılmış bıyıklarıyla yaşlı bir deniz kurdunun ölü suratı, Her şeye rağmen alevler orada burada titreyerek devam ediyor, Boğuk sesleri duyuluyor hâlâ görev yapabilecek iki üç subayın, Yığılmış biçimsiz bedenler, direklerde ve serenlerde ceset parçaları, Kopmuş halatlar, sarkan teçhizat, dalgaların teselli edici hafif vuruşları, Siyah, hareketsiz silahlar, barut fıçılarının yere saçılmış kalıntıları, keskin koku, Gökte birkaç büyük yıldız, sessiz ve yasla parlayan, Deniz esintisinin narin kokusu, kıyıdaki sazlık çimenlerinin ve tarlaların kokusu, hayatta kalanlara verilen ölüm emirleri, Cerrahın bıçağının ıslığı, testeresinin kemiren dişleri, Akan kanın hırıltısı, lıkırdaması, çağıldaması, kısa ve delice bir çığlık ve uzun, hafif, azalan inleme, Öyle telafi edilmez şeyler ki bütün bunlar! --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Bir cümle parçası on altı dizeye yayılarak şairin imgelemindeki medcezre göre ibareleri sıralar, bir önceki bölümde yüceltilen deniz savaşında uğranan kayıplara dair imgeleri yığar, savaş sonrasının çarpıcı bir anlatımını (batan gemi, alevler ve sesler; sazlıkların, deniz tuzunun ve barutun birbirine karışmış kokuları) sunmak üzere tüm duyuları harekete geçirir, kelime kelime karanlıklaşan bir katalogla –bir çocuk, bir deniz kurdu, “yığılmış biçimsiz bedenler, direklerde ve serenlerde ceset parçaları” (“öbek öbek yığılmış ya da bir başına yatan bedenler, direklere ve serenlere sıçramış etler”)– gözden geçirir ve tüyler ürperten sözcüklerle noktayı koyar: “Öyle telafi edilmez şeyler ki bütün bunlar” (“Onlar… Geri gelmeyecek hiçbiri”).
Whitman denizi sevmiştir; gözlerden ırak sayısız karşılaşmayla yaşamın ve ölümün kudretinin her an çekiştiği en büyük muharebe meydanıdır deniz; ve burada, “karanlığın koynunda,” muzaffer geminin güvertesinde, şair, şarkısının sınırlarını kabullenir: Ne ölenleri kurtarabilir o, ne de yaralananlara şifa verebilir. Orijinal versiyona, “Gökte birkaç büyük yıldız, sessiz ve yasla parlayan” (“Yüksekte sessizce, matem dolu parlayan birkaç iri yıldız”) dizesini ekleyerek hem girişiminin kozmik boyutunu hem de savaşın vahşetine karşı her türlü insani tepkinin kifayetsizliğini ima etmiş, ayrıca Güney Carolina milis kuvvetlerinin Fort Sumter’a saldırması ve Konfederasyon’un Birlik’ten ayrılması ile pek yakında vuku bulacak olanlara dair önsezisini sunmuştur. Şair, bu bölümü, tam ve kurallı bir cümle yerine, yarım kalmış gibi duran bir cümleyle (These so, these irretrievable) sonlandırarak, okurlarını savaşın görüntüsü karşısında çaresiz ve bir tür gerilim içinde bırakır. Homeros, insanın kaprisli tanrıların merhametine tâbi olduğunu bilirdi. Buna kim itiraz edebilir?
--Christopher Merrill
Soru
Yaşımız ilerledikçe, geçmişimizde giderek artan sayıda “telafi edilemez” (“geri gelmeyecek”) olay, duygulanım ve insan olduğu hissederiz; bize artık erişilmez görünürler. Bu bölümde Whitman, geri alınamazlığa dair akıl kurcalayıcı bir dize sunar; peki ya bizzat onun şiiri geri alınmayacak olanı geri almaya, duyular için artık kayıp olanı geri getirmeye nasıl kalkışabilir? Geçmişimizde sahiden geri alınamaz olan neler vardır?