Bu nasıl gözcülük etmek, sümsük herifler! Davranın silahlara! Düşman kapılara dayanmış! Zıvanadan çıktım hepten, Kanun kaçakları, çilekeşler vücut buluyor bende, Hapiste görüyorum kendimi bir başka insan suretinde, Sonu gelmez sefil ıstırabı duyuyorum her zerremde. Benim için karabinalarını omuzlarına almış gardiyanlar, nöbet bekliyorlar, Sabahleyin avluya çıkarılan benim, akşam hücreye konulan ben. Elleri kelepçeli her isyancının yanında yürüyorum, ellerim kelepçelenmiş ona, (Neşeli olan değil, suspus olanım ben, seğiren dudağımın kenarında boydan boya ter.) Benim hırsızlıkla suçlanan oğlan, benim yargılanan, mahkûm edilen. Benim kolera hastası, yatağında ölümle pençeleşen, Yüzüm kireç gibi, elim kolum çarpılmış, insanlar kaçıyor benden. Yalvaranlar vücut buluyor bende, onların cismine bürünüyorum, Şapkamı uzatıyorum, mahcup bir yüzle oturup dileniyorum. --Aytek Sever’s translation
Siz nöbet tutan uyuşuklar! sahip çıkın silahlarınıza! Hücum ediyorlar ele geçirilen kapılara! Yakalandım! Bende tecessüm ediyor bütün suçlu ya da acı çeken varlıklar, Sanki hapiste bir başka adam gibiyim, Ve hissediyorum o hafif kesintisiz acıyı. Benim için omuzlarında karabinalarıyla nöbet tutuyor gardiyanlar, İşte benim o sabahları dışarı bırakılıp gece parmaklıkların arkasına kapatılan. Hiçbir isyancı yoktur elleri kelepçeli hapse giden, eğer ben onunla kelepçelenmemişsem ve yürümüyorsam yanı sıra, (Daha az keyifli olan benim ve seğiren dudaklarından ter damlayan daha sessiz olan da.) Hiçbir delikanlı hırsızlıktan tutuklanmamıştır ben de onunla gitmemiş, yargılanıp mahkûm olmamışsam. Hiçbir kolera hastası yatıp son nefesini vermemiştir, ben de yatıp son nefesimi vermemişsem, Kül gibidir yüzüm, çarpıktır kas tellerim, köşe bucak kaçar benden insanlar. Yardım isteyenler bende tecessüm ederler, ben de onlarda, Şapkamı uzatırım, mahcup bir yüzle oturup dilenirim. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Ve azap çukurundadır sıra… Whitman’ın mahkûmlarla, kolera kurbanlarıyla ve dilencilerle özdeşleşmesi Hz. İsa örneğini akla getirir. İsa’nın fukaraya ve dışlanmışlara yönelik vaizliği Yahudi ruhbanını olduğu kadar Roma imparatorluk yetkililerini de çileden çıkarmıştır. Sahiden de, bu bölüm ve bir sonraki bölüm, Yeni Ahit’teki kenosis, yani Tanrı’nın iradesi için bir kap olmak üzere benliğin boşaltılması motifi üzerine haşiyeler olarak okunabilir. Şiirin 1855 versiyonunda Whitman, “Yüce İsa! Bir hal geliyor üzerime!” (“O Christ! My fit is mastering me!”) diye haykırır ve ardından sırasıyla, boynuna ilmik geçirilmiş bir isyancının, meydan okuyan bir vahşinin, George Washington’ın anıtmezarındaki bir ziyaretçinin, esir gemilerini hatırlayan bir çocuğun ve Saratoga’da teslim olan bir kırmızı ceketlinin personalarına bürünür. “İnsanlığın tüm mevcudiyet ve hakikatleri oluyorum burada ben,” diye seslenir, “Ve başka birisinin suretinde görüyorum kendimi hapiste, / Sonu gelmez sefil ıstırabı duyuyorum.”
Şiirin ölüm döşeği edisyonunda geriye yalnızca hapishane ve ıstırap kalmıştır ve bir önceki bölümde yaralıların çektiği ıstırapla aynıdır. Whitman’ın belirgin Hıristiyanlık göndermesini şiirden çıkarma kararı anlaşılır bir kararsa da (zira şiir tüm dinî metinlerin ötesine geçmeyi amaçlar), çocukluğunun geçtiği evin yakınındaki körfeze dair anımsayışından vazgeçmesi bir kayıptır; Bağımsızlık Savaşı sırasında İngiliz esir gemileri oraya demirlemiş, o çürüyen hapishanelerde savaşın tüm muharebelerinden daha fazla asker ve denizci kırıma uğramıştır. “Benim oluyor onlar ve ben onların her biri oluyorum,” der Whitman ilk edisyonda, “ve onlar azıcıklar ancak / Çoğalıyorum ben dilediğimce.” Nasıl ki İnsanoğlu’nun (Son of Man), yani İsa’nın, cüzzamlılara ve fahişelere, düşkünlerin en düşkünlerine olan tanıklığı, unutulmuşlar ve kayıplar tarafından ele geçirilen bu şairin düşüncesini şekillendirmişse, aynı gelenek, çağcıl Amerikan yazarı ve Zen rahibi Peter Matthiessen’in uygulamalarıyla da devam etmektedir. Hünerli yoldaşlarıyla beraber toplumun en çok göz ardı edilen fertlerine, AİDS’ten muzdarip evsizlere bakım sunmaktadır Matthiessen. Whitman’ın kolera hastasının çilesini üstlenerek bize öğrettiği de budur: “Köşe bucak kaçar benden insanlar” (“İnsanlar kaçıyor benden”) – ama gene de fazla uzaklaşamazlar, çünkü şair onların görüş alanından çıkmalarına asla izin vermez. Şiiri de öyle.
--Christopher Merrill
Soru
Günümüzde pek çok insani yardım örgütü, açlığın pençesindeki çocukların ya da tıbbın çare sunabileceği hastalık ve sakatlıkları olan çocukların görüntülerini kullanmaktadır. Bu tür reklamlar, uzaktaki insanların ıstırap ve acısıyla bağ kurabilmenizi ve böylece açlığı ve acıyı hafifletmek için çalışan örgütleri desteklemenizi sağlamaya çalışır. Sizce empati oluşturmayı amaçlayan bu girişimler işe yarıyor mu? Başkalarının ıstırap ve acılarıyla bağ kurmaya davet edilmenin gündelik hayatımıza etkisi nedir? Whitman’ın şiirinin bu bölümü, acı ve aşağılanmayı bu şekilde üstlenmenin bedeline dair sarsıcı bir kayıt sunuyor mu?