Önsöz

The sky is filled with a multitude of faces--American statesman, public figures, and other historical characters .  […] The aerial host surrounds the figure of Christ, who says, "Do to other as you would have them do to you." Flanking the group are Justice (left) and Liberty (right). Below, beneath the canopy, representatives of the North are reconciled with their Southern counterparts. […]Below in a small vignette two infants--one black and one white--lie sleeping in their baskets. Above them flies an eagl
"Bateman's National Picture"  (J.L. Giles, litograph, 1867). 
[…] The sky is filled with a multitude of faces--American statesman, public figures, and other historical characters .  […] The aerial host surrounds the figure of Christ, who says, "Do to other as you would have them do to you." Flanking the group are Justice (left) and Liberty (right). Below, beneath the canopy, representatives of the North are reconciled with their Southern counterparts. […]Below in a small vignette two infants--one black and one white--lie sleeping in their baskets. Above them flies an eagle with a streamer reading ""All men are born free and equal."  (from the description in the Library of Congress catalogue)

Bu bölüm dört ünlem ifadesiyle açılır ve şair bir önceki bölümün sonunda kendisini içinde bulduğu aşağılayıcı dilenci konumundan ayağa kalkmasını sağlayacak enerjiyi ve arzuyu birdenbire geri kazanır. Şiirin en kışkırtıcı anlarından birinde, kendisine üç defa çıkışır Whitman: “Yeter! Yeter! Yeter!” Şunu anlar: Evet, dünyadaki ölümü, ıstırabı, hastalığı, acıyı ve sefaleti kabul etmemiz gerekir, ama bazen ne kadar korkunç görünürse görünsün, yaşamın karanlık yanının hikâyenin tamamı olmadığını anlamamız da gerekir. Karşılaştığımız dehşetlerle, tanık olduğumuz acıyla bir süreliğine tutulup kalabiliriz, ama yeniden kendimize gelip geleceğe doğru devam etmemiz şarttır. İç Savaş sırasında ve sonrasında, ulusun 800.000 ölümü hazmedip o kıyımın içinden bir gelecek inşa etmenin yolunu bulmaya ihtiyaç duyduğu, yani kıyımı ülkenin dönüştüğü şeyin tanımı olarak göremeyeceği bir dönemde, Whitman buna bir kez daha ant içecektir.
Bu bölümde kendisini “alışıldık bir hatanın eşiğinde” (“yaygın bir yanlışın kıyısında”) bulur şair. Alay, hakaret, gözyaşı ve darbeleri yaşamın esas anlamı zannetme yanılgısıdır bu. “Kaldığı yerden sürdürebilirim fazladan kalan kısmı” (“Geçiyorum takılıp kaldığım aralığı”) der, kastettiği şudur: Deneyimin en acı yanlarıyla karşılaştığımızda, yaşamın üretken, sevecen, geliştirici yanlarını unuttuğumuzdan dolayı, ötekiler bize meselenin tümü gibi görünebilir. Daha pırıltılı olan yanlar hayatın çoğu ânını oluşturur – her ne kadar, kasvetli zamanlarda, bu daha büyük olan kısım bir süreliğine karanlıkta kalıp kaybolsa da. Şimdi şair, fazlaca uzun bir süre gözlerden uzak kalmış olan bu kısmı geri talep eder. Bunu yaparken de, İsa’nın dirilişi hikâyesini çağrıştırır, hem de çarpıcı bir şekilde seküler bir yolla: Hepimiz bir “çarmıha geriliş ve kanlı taç giyme töreni” (“çarmıha geriliş, kanlı taçlanış”) deneyimleriz, hepimiz bir çarmıh taşır, dikenli taç takarız ve Whitman’ın bu şiirde bize öğrettiği üzere hepimizin başkalarının ıstırap ve acısını üstlenmeyi öğrenmesi gerekir. Dahası, hepimizin dirilebilmesi gerekir – yaralarını iyileştirmesi, ayağa kalkarak kapsamlı bir demokrasiyi inşa işine girişmesi. Whitman’ın bu bölüm için olan notları, şairin kendini Amerikalı bir İsa ile özdeşleştirmesini aşikâr kılar: “Boşuna çakıldı çiviler ellerime, / Hatırlıyorum çarmıha gerilişimi, kanlı taçlanışımı / . . . . Hayattayım New York’ta, San Francisco’da, / Yeniden arşınlıyorum caddeleri iki bin yıldan sonra.” Amerikan tarihi kanlı katliamlarla ve kayıplarla doludur belki ama kaybı hazmedip yepyeni bir gayeyle ayağa kalkmak ve geçmişin fedakârlıklarına layık olabilecek bir geleceği diriltmek adına ülkenin kendi kabiliyetlerine bel bağlaması gerekir. Tek bir dirilişe değil, dirilişin ve ölümden doğan yaşamın sonsuz olanağına inanan bir ulus olmamız gerekir: New York’tan San Francisco’ya, demokratik İsa’lardan oluşan bir ulus.
Dolayısıyla şair artık hazırdır “toplu halde ilerlemeye, yüce güçle tazelenmiş olarak, ortalama bitimsiz bir tören alayının gücüyle” (“üstün güçle donanıp ilerlemeye akın akın, sonu gelmez bir geçit resminin sıradan bir üyesi olarak”). Başkalarına kıyasla daha arınmış olma ya da Tanrı’ya daha yakın olma anlamında ilâhi bir figür değildir. Demokrasinin doğasına göre hepimiz Tanrı’ya eşit derecede yakınızdır, çünkü sürüp giden bir demokratik gelişimin parçaları olarak her fertteki tanrısallığı tanır, onun alelâdeliği ve bitimsizliğiyle geleceğe yürürüz: “Ülkenin içlerine doğru, kıyılara doğru gideriz, bütün sınırları aşarız” (“Yürürüz kıyılara, yürürüz içlere, tüm sınırları aşarız”). Kaçınılmaz yazgının (manifest destiny) tedirgin edici çağrısıdır bu; tarihin ölüm ve yenilgisinden ayağa kalkıp, henüz keşfedilmemiş topraklarda beraberce bir gelecek kurmak için herkese yönelik bir çağrıdır. Böylece hepimize, bütün “talebelerine” (eleves) seslenir şair (burada kullandığı Fransızca sözcükle belki de 1848 Fransız Devrimi sırasında ayaklanarak antidemokratik güçlerin alaşağı edilmesine katkı sağlayan öğrencileri selamlamaktadır), bizi şiirsel yolculuğunda ona eşlik etmeye ve her şeyden önemlisi, ilerlerken, “şerhlerimize, sorgularımıza devam etmeye” (“yorumlamayı, sorgulamayı bir an bile bırakmamaya”) çağırır.

--Ed Folsom

Yeter! Yeter! Yeter!

Şaşırdım yolumu, hayretlere gömüldüm. Geri dur artık!

Zincire vurulmuş zihnimden, uykumdan,

                           düşlerimden, şaşkınlığımdan uzaklaşıp

                                                                               nefes almam gerek,

Kendimi yaygın bir yanlışın kıyısında buluyorum.


Nasıl unutabilecektim alaycıları, hakaretleri!

Nasıl unutabilecektim süzülen gözyaşlarını,

                                                                 sopa ve çekiç darbelerini!

Nasıl bakabilecektim uzaktan başka bir gözle

                           kendi çarmıha gerilişime, kanlı taçlanışıma…


Hatırlıyorum işte yeniden,

Geçiyorum takılıp kaldığım aralığı,

Kayanın mezarı katbekat çoğaltıyor bağrında yatanı,

Tüm mezarlardan diriliyor ölüler, iyileşiyor yaralar,

                                                                     kopup gidiyor zincirler.


Üstün güçle donanıp ilerliyorum akın akın,

                           sonu gelmez bir geçit resminin sıradan bir üyesiyim,

Yürüyoruz kıyılara, yürüyoruz içlere, tüm sınırları aşıyoruz,

Dünyanın her köşesine yayılıyor buyruğumuz,

Şapkamızdaki çiçekler binlerce yılın semeresi.


Selam olsun size, ey talebeler! Gelin beri!

Bir an bile bırakmayın yorumlamayı, sorgulamayı.


--Aytek Sever’s translation
Yeter! yeter! yeter!
Nasıl da sersemledim. Geri durun!
Biraz zaman verin bana, kelepçelenmiş kafamdan, uyuklamalarımdan, düşlerimden, esnemelerimden kurtulayım diye,
Alışıldık bir hatanın eşiğinde buluyorum kendimi.

Ah unutabilsem alay edenleri ve hakaretleri!
Ah unutabilsem süzülen gözyaşlarını, sopa ve çekiç darbelerini!
Ah başka bir gözle bakabilsem, kendi çarmıha gerilişime ve kanlı taç giyme törenime.

Hatırlıyorum şimdi,
Kaldığı yerden sürdürebilirim fazladan kalan kısmı,
Kaya mezar çoğaltıyor kendine ya da herhangi bir mezara emanet edileni,
Ölüler canlanıyor, kesikler iyileşiyor, sargılar düşüyor bedenimden.

Toplu hâlde ilerliyorum yüce güçle tazelenmiş olarak, ortalama bitimsiz bir tören alayının gücüyle,
Ülkenin içlerine doğru, kıyılara doğru gidiyoruz, bütün sınırları aşıyoruz,
İvedi emirlerimiz yayılıyor bütün yeryüzüne,
Şapkalarımıza taktığımız çiçekler binlerce yılın ürünü.

Eleves26,  selamlıyorum sizi! beri gelin!
Devam edin şerhlerinize, sorgularınıza.

     26 Öğrenciler

--Fahri Öz’s translation

Sonsöz

Bu bölümde Whitman’ın vaizliği başlar; utancın derinliklerinden doğrulur şair ve herkesin bir çarmıh taşıdığını fark eder; gerek matematiksel, gerek fiziksel, gerek dinsel olsun pek çok yöne işaret eden gizemli bir ifadeyle, “kaldığı yerden sürdürür fazladan kalan kısmı” (“geçer takılıp kaldığı aralığı”) (the overstaid fraction). Bu şiirde, ya da bu takdis töreninde, hasar gören her şey derman bulacaktır ve göğe yükselişine dek İsa’nın bedenini barındıran “kaya mezardan” (“kayanın mezarından”) başlayarak, şair, “ortalama bitimsiz bir tören alayına” (“sıradan bir üyesi olarak, sonu gelmez bir geçit resmine”) önderlik eder, tüm insanlar hep beraber dünyanın dört bir yanına giderler, tıpkı Rabb’in hükmünün yakın olduğuna dair müjdeyi vermek üzere “kurtların arasındaki koyunlar” olarak İsa tarafından gönderilmiş havariler gibi. Şaire göre, bambaşka bir kozmoloji kapıdadır – dizelerinden yayılan buyruklarla, daha evvel kimsenin hayal etmediği bir vizyonda herkesi ve her şeyi bir araya getiren bildirilerle hayat bulan bir kozmoloji.
Whitman’ın aydınlanışının kaynaklarından biri edebîdir. “Pişiyor, pişiyor, pişiyordum, Emerson ile fokur fokur kaynadım” demiştir bir keresinde. “Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı,” Emerson’ın “Bizler neden evrenle özgün bir ilişkinin tadını çıkaramayalım?” şeklindeki sorusunu coşkulu bir evet ile yanıtlar; şiirin liste ve katalogları toplumun, siyasal düzenin ve kâinatın hakiki ölçütünün birey olduğu fikrini onaylamaktadır. Her birimizin ayrı bir kimliği, bütünle ayrı bir ilişkisi vardır.
“Eleves, selamlıyorum sizi! beri gelin!” (“Selam olsun size, ey talebeler! Gelin beri!”) diye seslenir Whitman; bizi “öğrenciler” anlamına gelen Fransızca sözcükle çağırır, tıpkı şiirsel haleflerinden, Fransız esintili Wallace Stevens gibi rahat bir tavırla. Stevens da kendi inanç sistemini yaratmaya çabalamış, Tanrı’nın yokluğunda onun yerini tutabilecek suretler aramıştır. “Nuns Painting Water-Lilies” (“Nilüferleri Boyayan Rahibeler”) şiirinde, “Parçasıyız biz bir tazeliğin (fraicheur),” diye yazar Stevens, “öylesi erişilmez, / Ya da erişilebilir ancak en kaçamak hülyada.” İster kaçamak olsun ister olmasın, bir düşler ormanında barınabilecek olan o baharı aramayı öğretir bize Whitman – ve uykumuzdan artakalan şeyi kana kana yudumlamayı, “şerhlerimize, sorgularımıza devam etme” (“yorumlamayı, sorgulamayı bırakmama”) ve “Yeter!” deme arzusunu.

--Christopher Merrill

Soru

“Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı”nın başlarında, Whitman, “şiirlerin anlamını kavramaktan gururlananları” (“şiirin anlamına varmanın kıvancını tadanları”) inceden inceye alaya almış, şiiriyle kalmamız halinde “bütün şiirlerin kaynağına sahip olacağımızı” (“tüm şiirin özünü elde edeceğimizi”) vaat etmişti. Fakat şimdi, Bölüm 38’in sonunda Whitman bize Fransızca bir sözcükle “eleves” (“talebeler”) olarak hitap ediyor ve “şerhlerimize, sorgularımıza devam etmemizi” (“yorumlamayı, sorgulamayı bırakmamamızı”) söylüyor. Daha önceki vaadinden bu yana neler değişmiştir? “Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı”nın anlamına varmak, önceki bölümlere kıyasla sonraki bölümlerde daha mı zordur? Sizce Whitman okurun ne tür “şerhler” (“yorumlamalar”) yapacağını tahayyül etmektedir?