Önsöz

Photograph by J. W. Black, of Black and Batchelder, ca. 1860
Photograph by J. W. Black, of Black and Batchelder, ca. 1860

Bu bölümde, Whitman bize yıllar boyunca duyduğu “gevezelerin” (“konuşmacıların”) neler söyleyegeldiğini anlatıyor. İster filozof, ister siyasetçi, ister bilgin, ister vaiz olsun, bu gevezeler daima “başlangıcı veya sonu,” doğumu ve ölümü;  ve tüm yaşamın nasıl kategorileştirilerek, birbirinden ayrı, münhasır alanlara bölünebileceğini konuşurlar. Whitman’ın bu bölümde (ve önceki bölümde) bu tür konuşmayı ıralamak için kullandığı tüm sözcüklerin –“konuşmak” (talk), “çekişmek / tartışmak” (discuss) ve “düşünmek / göz önüne getirmek / sanmak” (reckon)– etimolojik kökeninde ayrıştırma, bölüştürme, sütunlara ayırma, dağıtma anlamı vardır. Whitman kendini bu gevezelerden (konuşmacılardan) ayırır: “Konuşmuyorum ben başlangıcı veya sonu” “başlangıç ya da son hakkında konuşmuyorum”). “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın konuşmacısı “şimdi”yi kutlamak için oradadır, yaşamın kırılgan ânını, şimdiki zamanı, hep içinde yaşadığımız biricik ânı. “Şimdi”yi dört defa tekrar edişi, “şu an, burada”yı; Whitman’ın şiiri yazdığı ânı ve bizim onu okuduğumuz ânı vurgular.
Whitman, bölünmeyi, ayrımı, hiyerarşiyi reddeder, onun yerine, “bütünlüğün örgüsü”nü (“kimliğin dokunması”), gerçekten farklılıklardan meydana geliyor oluşumuzu kutlar: Her birimiz analar ve babalardan, ve onların anları ve babalarından doğmuşuzdur; ve hem onlar hem de şu an var olan bizler kesintisiz akışla dünyanın atomlarından oluşmuşuzdur. “Ayrım”ımız (“üstünlüğümüz”) daima bu örgünün, “yaşamın türeyişi”nin (“hayatın üremesi”nin), “cinsel birleşme”nin (“cinselliğin”) “doğurgan dürtüsü”nün (“doğurgan arzusu”nun) bir sonucudur; onlar ki bireyleri tekrar tekrar bir araya getirirerek yeni bireyler meydana getirir; ve bu bireyler, dünyanın kendilerini meydana getiren sonsuz örgüsünü asla unutmamalıdır. Whitman, beden ve ruh arasındaki zahirî ayrımın bile bir yanılsama olduğunu söyler, zira kimlik ancak beden ve ruhun düğümüyle ortaya çıkar: “Biri yoksa diğeri de yoktur” (“Biri yoksa ikisi de yoktur”). Bugün maddi bedenlerimiz var ve “görünen”iz, ama günün birinde bedenlerimiz olmayacak, “görünmez” (“görünmeyen”) olacağız. “Görünmez / görünmeyen” olduğumuzda gene de varlığımızın “kanıt”ını bulacağız – “şimdi”nin “doğurgan dürtüsü”nden (“doğurgan arzusu”ndan) türeyen yeni bedenlerimiz sayesinde. Biz yaşayanlar, bizi meydana getiren ölmüş kuşakların “kanıt”ıyız. “Başlangıç” ve “son” yoktur; doğum ve ölüm, bizi yaşamın sürüp giden doğasını, doğumu ölümden ayırt etmeyen sonsuz dönüşüm sürecini idrak etmekten alıkoyan yanıltıcı sözcüklerdir ancak. Sürüp giden “şimdi”de her şey vardır ve hiçbir şey sona ermez.
Yani Whitman, dünyayı “başlangıç”lara ve “son”lara, “en iyi” ve “en kötü”ye, hayra ve şerre bölmeye yönelik tüm girişimleri reddeder. Onun yerine, tüm konuşmaları ve gevezelikleri susturur ve “yıkanmaya gider, kendine hayran olur” (“gidip yüzer ve kendini takdir eder”), içinde bulunduğu kısa ama ebedî “şimdi”yi (daima var olan ve olacak olan “şimdi”yi) kutlar. Whitman’ın yanında “sevgi dolu ve sarmaş dolaş uyuyan yatak arkadaşı” (“sarmalayan ve seven yatak arkadaşı”) “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın özgün yazımında “Tanrı” olarak belirtilmiştir. Whitman için, Tanrı, ona her sabah, olanaklara gebe, sepetler dolusu şaşkınlık bırakan şefkatli bir arkadaştır. Her gün, her an, bir olanaklar sepetidir, ama gene de pek çoğumuz bu armağanı görmemek için “çığlığı basarız” (“çığlık atarız”) ve “hesap yaparak” (“sıfırdan yüze ulaşmaya kalkarak”), bölerek, sayarak, sahte değerler kovalayarak, parayı mutlulukla, yaşamı hesap kitapla karıştırarak, “şimdi”lerimizi heba eder dururuz.

--Ed Folsom

Duydum gevezelerin neler konuşup durduğunu,

                                                            başlangıca ve sona dair boş lafları,

Oysa konuşmuyorum ben başlangıcı veya sonu.


Şimdiden başka bir başlangıç olmadı asla,

Yoktur şimdiden başka gençlik veya yaşlılık;

Ve asla olmayacak şimdiden başka yetkinlik,

Ya da şimdiden başka cennet cehennem.


Dürtü, dürtü, dürtü;

Daima doğurgan dürtüsü dünyanın.


Karşıt denkler beliriverir karanlıktan;

                      daima madde ve çoğalış, daima cinsel birleşme;

Daima örgüsü bütünlüğün; daima ayrım; daima türeyişi yaşamın.


Boşunadır ince eleyip sık dokumak;

                      bilgini de, cahili de bilir bunun böyle olduğunu.

  

Alabildiğine kendinden emin,

                            direkleri dimdik, tavanı sağlam, kirişleri destekli,

At gibi kuvvetli, tutkulu, mağrur, heyecanlı,

Buradayız işte, ben ve bu gizem.


Ruhum berraktır ve pek tatlı;

                    ruhum dışında neyim varsa o da berrak ve pek tatlı.


Biri yoksa diğeri de yoktur çünkü,

                                görünen kanıtıdır görünmeyenin,

Ta ki o da görünmez olur,

                                sırası gelince kanıtını bulur.


En iyiyi gösterip kötüden ayırarak

                                     çağlar alt üst eder çağları;

Onlar çekişirken,

            şeylerin kusursuz esenlik ve itidalini bilerek sessiz kalırım ben,

                                  ve yıkanmaya giderim, kendime hayran olurum.


Hoş bulurum her uzvumu ve niteliğimi,

                                  hem kendiminkileri

                                              hem de içten ve temiz olan herkesinkini;

Aşağı değildir üzerimde pul kadarlık alan bile,

                                aşinayım ayrım yapmaksızın tüm zerrelere.


Mutluyum ––

             görüyorum, dans ediyorum, gülüyorum, şarkı söylüyorum;

Ama yanımda gece boyu

              sevgi dolu ve sarmaş dolaş uyuyan yatak arkadaşım

                               gün ağardığı sırada kaçamak adımlarla süzülüp giderek

Bana evin her yerinde kabarık, yığın yığın, bembeyaz

                                                          havlularla örtülü sepetler bıraktığında,

Bunu idrak edip kabullenmek yerine, çığlığı basmalı mıyım

Gözlerim gidenin ardından bakakaldı diye;

Ve derhal hesap yapıp gözümü dikmeli miyim bir meteliğe,

Bir midir tam olarak, iki midir, hangisi daha çoktur diye?
--Aytek Sever's translation

 

 

Dinledim konuşmacıların ne konuştuğunu, dinledim başlangıç ve sona dair söylediklerini,
Ama başlangıç ya da son hakkında konuşmuyorum ki ben.

Şimdi olduğundan asla daha çok başlangıç yoktu,
Daha çok gençlik ya da yaşlılık da yoktu şimdi olduğundan,
Şimdikinden asla daha çok kusursuzluk da olmayacak,
Şimdikinden daha çok cennet ve cehennem de.

Arzu, arzu, arzu,
Hep doğurgan arzusu dünyanın.

Şu muğlaklığın ötesinde zıtlık ilerleme demektir, her zaman madde, çoğalma, her zaman cinsellik,
Her zaman kimliğin dokunması demektir, her zaman üstünlük, her zaman üremesi hayatın.
Faydası yok ayrıntıya girmenin, bilen de bilmeyen de hisseder bunun böyle olduğunu.

Hiç kuşkuya yer vermeyecek kadar emin, tamamen dik, güzelce hatıl atılmış, kirişlerle güçlendirilmiş,
Bir at kadar güçlü, sevecen, kurumlu, elektrikli,
Ben ve bu gizem, duruyoruz işte burada.

Duru ve tatlıdır ruhum, duru ve tatlıdır ruhum olmayan her şey.

Biri yoksa ikisi de yoktur ve görünen kanıtlar görünmeyeni,
Ta ki kendisi de görünmez olana ve karşılığında bulana kadar kanıtını.

En iyisini göstermek ve onu en kötü çağdan ayırmak rahatsız eder çağı,
Bilirim eşyanın mükemmel zindeliğini ve soğukkanlılığını, bu yüzden onlar tartışırken susarım, gidip yüzerim ve takdir
     ederim kendimi.

Başımın üstünde yeri var her organımın, vasfımın; candan ve temiz her insanın organının, vasfının,
Ne bir santimi, ne de bir parçası bir santimin kabadır, hiçbir şey diğerlerinden daha tanıdık değildir bana.

Memnunum kendimden—görüyorum, dans ediyorum, gülüyorum, şarkı söylüyorum;
Beni sarmalayan ve seven yatak arkadaşım uyuyor yanı başımda gece boyunca ve sessiz adımlarla uzaklaşıyor
     şafak sökerken,

Bereketiyle bütün evi dolduran beyaz havlularla örtülü sepetler bırakıyor bana,
Kabul ve idrak edişimi erteleyip, gözlerime inanmayıp çığlık mı atmalıyım,
Gözlerim onun ardından yola bakmayı bıraksın diye,
Ve hemen sıfırdan ulaşmaya kalksın diye yüze
Ki o da birden farklı değildir ya da ikiden ya da ondan sonra gelenden?

--Fahri Öz’s translation

Sönsöz

Üçüncü bölümün tam ortasında, Whitman, “Buradayız işte, ben ve bu gizem” (“Ben ve bu gizem, duruyoruz işte burada”) diye bildirir. Bu dize, onun arzunun gücünü keşfedişi (“doğurgan dürtüsü dünyanın / doğurgan arzusu dünyanın”) ile şafak vakti ayrılıp giden sevgiline dair coşkusu arasında bir dayanak noktası görevi görür. Nedir bu gizem? Ebedî şimdidir – kendisini ve ötekini, geçmişi ve geleceği, sözcükleri ve dünyaları birleştiren ”örgüsü bütünlüğün” (“dokunması kimliğin”). Şairin küçük bir “burada” (here) sözcüğüyle neler başardığını bir an düşünün; sözcük, dizede (I and this mystery here we stand) hem addır (“bu yer” anlamında), hem sıfattır (yanıbaşında ve etrafında olan “gizem”in bir tamlayanı olarak), hem de zarftır (“şu durumda” anlamında). Whitman’a göre konuşmanın farklı bölümleri bile bir şeyi diğer şeye bağlayabilir, zira varoluşun aynı anda hem katı hem akışkan olan, burayı ve orayı, yaşayanı ve ölüyü, doğmamışları ve gerçekleşmemişleri kapsayan gizemi, bir bağlantılandırma deneyidir. Şair, olan ve olmayan her şeyle beraber burada durur: her şeyin toplamını içeren noktalamasız bir cümle (I and this mystery here we stand).
Pek çok şairin işitsel belleğinde yer etmiş noktalamasız bir diğer cümle, “Biri yoksa diğeri de yoktur / Biri yoksa ikisi de yoktur” (Lacks one lacks both), dört vurgulu heceyle, benzeyen ve benzemeyen iki ruhun evliliğini canlandırır; ve bu, “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın biçimine ve hayaline hükmeder. Karanlıkta, Tanrı’nın yahut sevgilinin huzurunda deneyimlediği, varlığın temel birliğidir, cennet ve cehennemden daha muazzam bir sonsuzluk tahayyülüdür. Şu durumda, şafak vakti ayrılıp giden sevgili, geçici hazzın değil, boşluğun bolluğa yol açtığı gizemli yolların, “bembeyaz havlularla örtülü sepetler”in simgesidir.

--Christopher Merrill

Soru

Dikkatimizi ânın tamlığından saptırmak isteyen “gevezeler” (“konuşmacılar”) ve “çekişip duranlar” (“tartışanlar”) kimlerdir? “Şimdi”ye odaklanmak üzere onları sahiden dışarıda bırakmak mümkün müdür?