Önsöz

Photograph by J. W. Black of Black and Batchelder, Boston
Photograph by J. W. Black of Black and Batchelder, Boston

“Gevezeler” (“konuşmacılar”) ve “çekişip duranlar” (“tartışanlar”) şimdi “ısrarcılar” (“yolcular”) ve “sorulara boğanlar” (“dilenciler”) olmuştur; sık sık, bizi sahiden oluşturduğu sanısına kapıldığımız bütün o şeylerden –çocukluğumuzdan, yerel çevremizden, giyim kuşamımızdan, en son savaş, hastalık ve piyasa haberlerinden– söz ederek günlerimizi işgal eden, iyi niyetli insanlardır bunlar. Bu şeyler bir şekilde bizi oluştururlar aslında, ama her birimize dair, çok daha derinlere giden bir şey vardır.
Whitman, yaşamın “haberler” adını verdiğimiz ıvır zıvırla kemirildiğine dair yakıcı endişeyi Henry David Thoreau’yla paylaşır. “Yaşamımız içedönük ve özel olmaktan çıktığında, sohbet salt dedikoduya indirgenir,” der Thoreau, “Life Without Principle” (“İlkesiz Yaşam”) denemesinde: “Bize gazetede okumadığı ya da bir komşusundan duymadığı herhangi bir haberi verecek biriyle nadiren karşılaşırız; ve çoğunlukla kendimiz ve ahbabımız arasındaki yegâne fark, onun gazeteyi okumuş ya da çaya gitmiş olması, bizimse bunu yapmamış olmamızdır. İçedönük yaşamımız gerilediği nispette, ikide bir, can havliyle postaneye gideriz. Emin olun, yazışmalarının çokluğundan gurur duyarak oradan en çok mektupla ayrılan zavallı şahıs, nice zamandır kendinden haber almamıştır.” Şiirin bu bölümünde Whitman, şu an kendinden haber alma arzusunu; “kendim, Ben” (“Benim kendim”) (the Me myself) olarak nitelediği “içedönük” yaşamına erişme arzusunu yineler.
Etrafımız, daima, bizi kendi inanç ve kaygılarına doğru “çekmek ve çekiştirmek” isteyenlerle (“itiş kakış”) sarılıdır. Burada şairin kendisi de, bize, “laf ebeleri ve rekabetçiler”in (“dilciler ve laf ebeleri”); yani yaşamı karmaşıklaştırmak ve dikkatimiz çelerek bizi kıytırık didişmelerin içine çekmek için dili kullananların bütün o savlarının “tozu dumanı”na (“sis”ine) nüfuz etmeye çalışarak yıllarını harcadığını söyler. Oysa şimdi, asıl önemli olan benlikten (kendi’den; self) daima bizi saptırmaya çalışan bütün bu güçlerden “ayrı” (“uzak”) duran, daha derin bir benlik alanımızla temas kurmaya, şair tarafından davet ediliyoruz.
Burada Whitman, sözcükler üzerinden, Çimen Yaprakları’nın ilk baskısının kapağında yer alan kendi gravürüyle eşleşen bir imge sunuyor; gravürde, şair, işçi sınıfına has bir giyimle, bir eli belinde, başında şapkası, keskin bakışlarını okura dikmiştir; “neşeli, aldırışsız, merhametli, aylak, derli toplu” (“neşeli, hâlinden memnun, merhametli, aylak, bütün”) bir adamdır, “yukarıdan bakar, dimdiktir, ya da kıvırır kolunu… Başını çevirip bakar ne gelecek diye” (“tepeden bakar, dimdiktir veya dayar kolunu… Şöyle yandan kafasını uzatıp ne olacak diye merakla bakar”). Whitman’a göre, işin sırrı “oyunun hem içinde hem de dışında” olmanın, “kâh seyretmenin, kâh şaşırıp kalmanın” (“bakıp merak etmenin”) yolunu bulmaktadır. Derindeki benliğini, öteki insanlardan kendisini soyutlayıp yaban doğaya çekilerek arayan Thoreau’nun aksine, Whitman, derindeki benliğini kentsel çevresini dikkatle gözlemleyerek, o çevreyi hem bütünüyle soğurup hem de ondan ayrı durmayı öğrenerek, “tanık olmayı, beklemeyi” (“tanık olup beklemeyi”) öğrenerek, görülmeye değer olanı görmek için kendine zaman tanıyarak araştırır. “Kendim, ben” (“benim kendim”) dediği şeyi, yalnızca doğada değil, günlük olarak karşılaştığı, kendisini kim olduğuna dair algısını genişletmeye davet eden insan yığınlarında arayacaktır.

--Ed Folsom

Israrcılar sarmış etrafımı, sorulara boğanlar;

Karşılaştığım insanlar, çocukluğum,

                               yaşadığım semt ve şehir, ait olduğum ulus;

En son haberler, keşifler, icatlar,

                               toplumlar, eski ve yeni yazarlar;

Akşam yemeğim, kılık kıyafetim, meslektaşlarım,

                                            bakışlarım, iltifatlarım, borçlarım;

Sevdiğim bir adam ya da kadının

                            belki hayalî, belki de sahici umursamazlığı;

Bir akrabamın hastalığı ya da bizzat benim hastalığım,

               fenalıklar, parasız kalmak, bunalımlar ya da mest oluşlar;

Savaşlar, korkunç kardeş kavgaları,

               kuşkulu haberlerin buhranı, beklenmedik olaylar;

Bütün bunlar gece gündüz

                               üşüşüyor başıma ve gidiyor benden,

Lakin bunlar değilimdir kendim, Ben.


Benliğim ayrı durur tüm çeken ve çekiştirenlerden;

Neşelidir, aldırışsız, merhametli, aylak, derli toplu,

Yukarıdan bakar, dimdiktir,

                             ya da kıvırır kolunu anlaşılmaz bir duruşla,

Başını çevirip bakar ne gelecek diye,

Hem içindedir oyunun hem dışında,

                                            kâh seyreder kâh şaşırıp kalır.


Geri dönüp bakıyorum

              laf ebeleri ve rekabetçiler arasında toz duman,

                                                          kan ter içinde kaldığım günlere;

Artık ne istihza var bende ne de iddia,

                             tanık oluyorum, bekliyorum yalnızca.


-- Aytek Sever’s translation

 

 

Yolcular ve dilenciler sarıyor etrafımı,
Karşılaştığım insanlar, yansısı hayatımın ilk dönemlerinin, koğuşun ve yaşadığım şehrin ya da ulusun,
Son dönemler, keşifler, icatlar, cemiyetler, eski ve yeni yazarlar,
Yemeğim, giysilerim, arkadaşlarım, görünüşüm, iltifatlarım, borçlarım,
Sevdiğim bir adamın ya da kadının bana karşı gerçek
  ya da uydurma kayıtsızlığı,
Ailemden birinin ya da benim hasta olmam ya da bir kötülük etmem ya da para sıkıntısı çekmem
  ya da bunalımlarım ya da coşkunluklarım,
Savaşlar, kardeşler arası savaşın dehşeti, kuşkulu haberlerin yol açtığı heyecan, değişken durumlar;
Her gün her gece gelir bana bunlar ve ardından uzaklaşırlar,
Ama Benim kendim değil bunlar.

Bu itiş kakışın uzağında duruyor işte ben dediğim şey,
Duruyor neşeli, hâlinden memnun, merhametli, aylak, bütün,
Tepeden bakıyor, dimdik veya dayıyor kolunu görünmeyen bir şeyin üzerine,
Şöyle yandan kafasını uzatıp ne olacak diye merakla,
Oyunun hem içinde hem dışında, bakıp merak ederek.

Geriye dönünce görüyorum kendi günlerimde siste ter içinde boğuştuğumu dilcilerle ve laf ebeleriyle,
Ne alay ediyorum ne de bir görüş ileri sürüyorum, tanık olup bekliyorum.

-- Fahri Öz’s translation

Sönsöz

Şair C. K. Williams, Whitman üzerine olan, kitap uzunluğundaki meditasyonuna “onun müziğinin nereden geldiğini” merak ederek başlar; bu, okurların ve yazarların zihnini kuşaklar boyunca meşgul etmiş bir sorudur. Sıradan bir gazeteci ve zaman zaman bir ahşap işçisi, nasıl olup da Amerikan kimliğinin merkezindeki şaire dönüşmüştür? Williams’a göre, “onun, kendi vasıtası, zafer arabası halini alacak olan o dil tınısının, dize tınısının kabarışını, o kalp atışını, yükselişi, yayılmayı ilk ne zaman sezdiğini, işittiğini, tanıdığını asla bilemeyeceğiz; şairi sırf onu bilinçli olarak tertiplerken hayal etmek bile, neredeyse onun onu keşfedişi kadar hayret vericidir.” Ama onu Whitman bizzat keşfetmiştir. Ve şiirin dördüncü bölümü, edebî çıraklığı sırasında Whitman’ın, kendi sesini bulmaya can atan her genç şair gibi, “laf ebeleri ve rekabetçiler arasında toz duman, kan ter içinde kaldığını” (“dilcilerle ve laf ebeleriyle siste ter içinde boğuştuğunu”) ortaya koyar. Nasıl “tanık olup bekleyeceğini,” imgeleminin bir kısmını “kuşkulu haberlerin buhranı”ndan (“kuşkulu haberlerin yol açtığı heyecan”dan) nasıl koruyabileceğini, çevresini keskin bir gözle nasıl seyredebileceğini, kendi dizelerine layıkıyla aktarmak adına her kesimden erkek ve kadının vurgularını nasıl can kulağıyla dinleyeceğini öğrenmiştir.
İkinci kıta, bir önceki bölümdeki keşfinin (“buradayız işte, ben ve bu gizem” / “ben ve bu gizem, duruyoruz işte burada”) bir çeşitlemesiyle başlar: “Benliğim ayrı durur tüm çeken ve çekiştirenlerden” (“Bu itiş kakışın uzağında duruyor işte ben dediğim şey”) (Apart from the pulling and hauling stands what I am). Dikkat ederseniz, şair, kim olduğunu (who I am) değil, ne olduğunu (what I am) yazmaktadır: dize dize inşa edilmekte olan, kalabalıkla mesafesini koruyarak etrafı seyreden ve hayret eden bir ben (kendi; self). Burada, ulusal bir demokrasi deneyinin temsilî şairi vardır; fakat o, adını, bizim hepimiz olup çıktığı yirmi dördüncü bölüme kadar söylemeyecektir: “Walt Whitman, bir kozmos, Manhattan çocuğu.”

--Christopher Merrill

Soru

Kendinizi aynı anda hem katılımcı hem gözlemci olarak, “oyunun hem içinde hem dışında” hissettiğiniz oldu mu? Kendini böyle ikili konumlandırmanın avantajları ve sakıncaları nelerdir?