Önsöz

Talking about this photo in 1888, Whitman said, "Somebody used to say I sometimes wore the face of a man who was sorry for the world. Is this my sorry face? I am not sorry—”I am glad—”for the world."
Talking about this photo in 1888, Whitman said, "Somebody used to say I sometimes wore the face of a man who was sorry for the world. Is this my sorry face? I am not sorry—”I am glad—”for the world."

Bu akılda kalıcı, tuhaf bölüm, sonu gelmeyen tartışmalar yaratmış, özellikle de Whitman’ın “yirmi sekiz” sayısına olan vurgusu şairin zamanından günümüze dek eleştirmenlerin ilgisini çekmiştir. Kimileri, Whitman’ın Birleşik Devletler’deki eyalet sayısını kastettiğini ileri sürmüşlerdir ve 1845’te (Teksas birliğe kabul edildiğinde) yirmi sekiz eyalet mevcutken, 1846’da Iowa, 1848’de Wisconsin ve 1850’de California da eyalet olmuşlar, böylece Whitman bu bölümü yazdığında eyaletler aslında otuz bire ulaşmıştır. Diğer eleştirmenler Whitman’ın (yaygın olarak 28 olduğu sanılan, ama aslında 29 ya da 30 gün olan) ay döngüsüne atıf yaptığını savunmuşlardır. Gene kimileri, Whitman’ın hayli detaylı şekilde incelediği Mısır mitolojisiyle bağlantılar kurmuşlardır (Osiris, hükümdarlığının yirmi sekizinci yılında öldürülür ve çeşitli anlatılara göre bedeni on dört, yirmi altı ya da yirmi sekiz parçaya bölünür, sonra da İsis tarafından bir araya getirilir, bundan dolayı Osiris ay döngüsüyle ilişkilendirilir). Kimileri ise bölümün “yirmi sekizle ilintili” oluşunu âdet döngüsüyle bağdaştırır. Dolayısıyla tüm bu bağdaştırmalar doğurganlık, birlik, doğum ve yenilenmeyle ilgilidir ve bunlar “yapayalnız” kadının mahrum kaldığı şeylerdir.
Ama Whitman yirmi sekiz sayısıyla her neyi kastetmeye çalışmışsa (şayet bir şeyi kastetmeye çalışmışsa), bu bölümde kesin olarak yaptığı şey, yeni sınır ihlâlleridir; bu defa sınıf ve cinsiyet sınırlarının ihlâlidir. Kadın varlıklıdır, toplumun geri kalanından yukarıda, “yamaçta” (“tepede”) konumlanmış olan “konağın” (“güzel evin”) sahibidir, giyiminden panjurlarına kadar katman katman zenginlikle ötekilerden ayrılır. Fakat bu maddi konfor, rahatlık sunmak yerine onu başkalarından soyutlamıştır ve yirmi sekiz yılda birikmiş sancılı arzusu şimdi yalıtılmış duvarların, panjurların, toplumsal göreneklerin ve kendi giyim kuşamının arasından, hemen aşağısındaki nehirde çırılçıplak eğlenen (ve her biri, yalnız geçmiş ömrünün birer senesine karşılık gelen) kaba saba delikanlılar grubuna doğru uzanmaktadır. Erkeğin çıplak kadını seyrettiği (İncil’deki Davut ve Saba Melikesi, ya da Suzanna ve İhtiyarlar hikâyelerinde olduğu gibi) Batılı usulü röntgenciliğin alışıldık kutuplarını tersine çevirerek ve bu tür eylemlerle genellikle ilintilendirilen günahı bir kenara bırakarak, bu bölümde kadın gizlice seyretmenin keyifli erotizminin tadını çıkarır. Ve o nasıl ki tüm kısıtlılıklardan sıyrılıp, dokunmanın çırılçıplak esrikliğiyle erkeklerin arasına karıştığını hayal ediyorsa, erkek olan şair de onu izlerken dolaylı olarak yüzücülerin otuzuncusu olur, akıp giden cümbüşe hayalî olarak katılır.
Ve aynı şekilde, ister kadın ister erkek, ister homoseksüel ister heteroseksüel olalım, okurlar olarak hepimiz otuzuncu yüzücü olmaya; yapayalnız kadının arzusunun yolunu izleyerek demokratik temasın akışkan dünyasına, cinsiyet kısıtlarının ve toplumsal göreneklerin bir süreliğine kenara atıldığı noktaya davet ediliriz. Genç adamların karınları hamileymişçesine “şişerken” (“kabarırken”) cinsiyetin kendisi de buharlaşıp gider ve “dolgun kıvrımlar” (“eğilen kavis”) şeklindeki betimleyici ifade hem erkek hem de kadın anatomisiyle eşit derecede ilintilenir. Whitman’dan alınacak ders, imgelemin bizi din, ahlâk, görenek, sınıf, hatta cinsel yönelim sınırlarının ötesine taşıyan ve ayrımsız düşüncenin sularını denememizi sağlayan demokratik bir güç olduğudur.

--Ed Folsom

Yirmi sekiz genç adam yıkanıyor kıyıda,

Yirmi sekiz genç adam, nasıl da kardeşçe;

Ve bir kadın,

              yapayalnız geçmiş kadınlığının yirmi sekiz yılı.


Onundur nehrin yamacındaki konak,

Zarif giyinmiş, pek gösterişli, panjurların ardında gizleniyor.


Genç adamların içinde en çok beğendiği hangisidir?

En alelâdesi ona göre en çekicidir.


Hayırdır hanımefendi? Görüyorum seni,

Güya kaskatı duruyorsun odanda, ama dalıyorsun sulara.


Sahil boyunca güle oynaya geliyor işte

                                           yüzücülerin yirmi dokuzuncusu,

Ötekiler görmüyor onu, ama o görüyor, seviyor onları.


Ipıslak parlıyor genç adamların sakalları,

                             damlıyor uzun saçlarından sular,

                                                           süzülüyor gövdelerinden yol yol.


Görünmez bir de el geziniyor bedenlerin üzerinde,

Titreye titreye iniyor şakaklardan, göğüs kafeslerinden aşağı.


Sırt üstü duruyor genç adamlar suda,

                               sütbeyaz karınları şişiyor güneşe karşı,

Sormuyorlar kendilerini kimin sıkı sıkı kavradığını,

Bilmiyorlar kimdir dolgun kıvrımlarla nefes nefese kalmış,

Bilmiyorlar püsküren sularla kimi ıslattıklarını.

--Aytek Sever’s translation

 

Yirmi sekiz genç adam kıyıda yıkanıyor,
Yirmi sekiz genç adam, hepsi çok dost canlısı,
Yirmi sekiz yıllık kadın hayatı ve hepsi de yapayalnız.

Kadın ırmak kıyısındaki tepede güzel evin sahibi,
Panjurların ardında gizleniyor hoş ve zengin elbisesiyle.

Bu genç erkeklerden hangisinden hoşlanıyor?
Ah, en gösterişsiz olanı güzel geliyor ona.

Nereye böyle han’fendi? çünkü görüyorum seni,
Orada suyun içinde sıçrıyorsun, ama yine de odanda duruyorsun.

Dans edip gülerek yirmi dokuzuncu yüzücü de geldi kıyıya,
Kızı görmedi onlar, ama kız gördü onları ve sevdi.

Parıldadı ıslaklıkla genç adamların sakalları, su aktı uzun saçlarından,
Bütün bedenlerinden küçük derecikler süzüldü.
Görünmeyen bir el de geçti bedenlerinin üzerinden,
İndi titreyerek şakaklarından ve kaburgalarından aşağıya.

Genç adamlar sırtüstü yatıyorlar suyun üstünde, beyaz karınları kabarıyor güneşe doğru, sormuyorlar 
kimdir sıkıca kavrayan     bedenlerini,
Bilmiyorlar kimdir salınan ve eğilen kavisle birlikte kabarıp inen,
Düşünmüyorlar kimdir püskürtüyle ıslattıkları.

--Fahri Öz’s translation

 

Sonsöz

Uçarı bir perdeden yeni buluşlar. Şairin tahayyülü, kıyıda yıkanan yirmi sekiz genç adamı penceresinden seyreden zengin bir kadın suretinde arzuyla kaynar. Adamların her biri kadının ömrünün bir senesine karşılık gelmektedir. Yirmi sekiz sayısına yakıştırılan öteki anlamlar her ne olursa olsun (ay, güneş ve âdet döngülerinin uzunluğu; Mısır Ay tanrıçası İsis’e eşlik eden erkeklerin sayısı; 6’dan sonra gelen ikinci yetkin sayı vb.), gerçek sayı birdir: ben’in kadın, şair, okur, herkesi içeren kapsayıcı kimliği. Yüzücülerin bedenlerinin üzerinde gezinen “görünmez el” (“görünmeyen el”) sadece kendi hayalinde sudaki erkeklere katılan kadına ait değil, şairin sahneyi meydana getiren dizelerinin üzerinde parmağını gezdiren okura da aittir. Şiir, arzunun hem nesnesi hem de edimidir: Birliğin her şey olduğunu ve arzunun töre, beğeni ve yasal bakış açısının ortaya koyup dayattığı sınırlardan taşarak çağladığına dair değişmez doğa kanunu keşfeden şairin bir başka buluşudur bu. Whitman elbette masumdur, çünkü yazma edimi sırasında Öteki olur: dilediği her yerde sular sıçratan bir değişim aracısı. Sizin ıslanıp ıslanmadığınız onun umurunda değildir – ve mesele de budur: Hem şimdi hem de gelecekte, okurlar, ilk başta hayal edilenden çok daha ciddi olan bu eğlenceye katılabilirler. Dizelerinde tekrar tekrar yaşayıp ölen bütün genç adamları “sıkı sıkı kavrayan” (“sıkıca kavrayan”) kadındır Whitman, burada ve her yerde.

--Christopher Merrill

Soru

Sizce tahayyülümüz, hepimizi tanımlayan (milliyet, din, sınıf, ırk, cinsiyet gibi) çeşitli sınırların ötesine bizi taşımakta ne denli özgürdür? Bu tür hayalî kaçışların sonucu genellikle zevk midir, ya da günah mı? Neden?