Zenci sıkıca tutmuş dört atın dizginini, aşağıda sallanıyor zincirle bağlı tomruk, Zenci taş ocağının arabasını sürüyor, döşeme kirişinden bir ayağıyla destek alıp uzun boylu, dimdik duruyor, Kalın boynu, kaslı göğsü fırlamış yakasından, kuşağının üzerinde bollaşıyor mavi gömleği, Bakışları dingin, kendinden emin, şapkasını itiyor alnından, Güneş vuruyor kıvırcık saçlarına, sakalına, müthiş parlıyor pürüzsüz kapkara kolları, bacakları. İzliyorum tablolara layık devi, seviyorum onu, ama oyalanmıyorum orada, atlarla beraber gidiyorum. Yaşamın kucaklayıcısıyım ben –– nereye gidersem gideyim, ister ileri ister geri doğru döneyim, isterse kıyıdan köşeden, sapa yerlerden geçeyim; Ne bir insanı ne de bir nesneyi es geçerim, Her şeyi kendime, şarkımın içine çekerim. Boyunduruğu ve zincirlerini tangırdatarak dalların gölgesinde duran öküzler, neyi anlatır gözleriniz? Gözlerinizde gördüğüm, hayatım boyunca okuduğum tüm yazıların ötesindedir. Uzun yürüyüşüm sırasında akşama doğru adımlarım ürkütüyor ördekleri, Havalanıyorlar sürü halinde, ağır ağır çember çiziyorlar gökte. İnanıyorum bu kanatların ereğine, Onaylıyorum içimde kıpırdayan kızılı, sarıyı, beyazı, Bir maksat görüyorum yeşilde, eflatunda, kabarık sorguçlarda, Ve küçümsemiyorum kaplumbağayı başka bir şey değil diye, Ve alakarga nota bilmez belki ama gayet hoş şakır ormanda bana göre, Doru kısrağın bakışları beni mahcup ederek arındırır ahmaklığımdan. --Aytek Sever’s translation
Zenci sıkıca tutuyor dört atının dizginini, altta fren demiri sallanıyor bağlı olduğu zincirde, Taş ocağının yük arabasını süren zenci, bir ayağı sürücü basamağının üstünde, kıpırdamadan, boylu boslu duruyor, Mavi gömleğinden görünüyor heybetli boynuyla göğsü, kuşağının üstünden gevşetiyor gömleğini, Bakışları sakin ve buyurgan, alnından geriye kaydırıyor geniş kenarlı şapkasını, Güneş kıvırcık saçlarına, bıyıklarına düşüyor, oradan parlak ve kusursuz uzuvlarına. Bu resim gibi insan azmanına bakıyorum ve seviyorum onu, durmuyorum oracıkta, Atlarla birlikte ben de gidiyorum. İçimde hayatı kucaklayan şey her nereye giderse, ister ileriye ister geriye, Yandaki oyuklara ve eğilmiş gence, bir kişi veya nesneyi eksik bırakmadan, Hepsini kendim için alıp özümsüyorum ve bu şarkı için. Boyunduruğunu, zincirini şakırdatan ya da yapraklı gölgede duran öküzler, nedir gözlerinizle anlattığınız şey? Bana öyle geliyor ki çok daha fazlası hayatım boyunca bütün kitaplarda okuduklarımdan. Ayak seslerim ürkütüyor gün boyu süren uzun yürüyüşümde erkek ördekle karolin ördeğini, Birlikte havalanıyorlar, yavaşça dönüyorlar havada. Bu kanatlı amaçlara inanıyorum, Ve kabulleniyorum içimde oynayan kırmızıyı, sarıyı, beyazı, Ve görüyorum yeşil ve morun ve sorguçlu kafanın kasıtlı davrandığını, Değersiz bulmuyorum kaplumbağayı başka bir şey değil diye, Ormandaki alakarga hiç prova etmemiştir nota dizisini, ama ötüşü çok hoş gelir bana, Doru kısrağın bakışı utandırır beni içimdeki aptallıktan. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Ortaklaşa olandan bireysel olan Ben’e, benzer fikirdeki bir ruhlar topluluğundan evrendeki her şeyle moleküler düzeyde birleşen yalnız bir benliğe (kendi’ye; self) doğru bir yolculuğa girişir Whitman “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın çeyreğine denk gelen Bölüm 13’te. Taş ocağının arabasını araziye doğru süren siyahi adama ve koşulu atlara katılır; insan aklının sınırlarının farkında olarak, çevredeki her kovuğu, öküzleri, kuşları, “dalların gölgesini” (“yapraklı gölgeyi”) kendine soğurur. Burada, İznik Amentüsü’nde (İznik İnanç Bildirgesi; İznik İman Bildirisi) tasdik edilen Rab olan, yaşam veren (Rab ve yaşam kaynağı olan), yerini “yaşamın kucaklayıcısına” (“içimde hayatı kucaklayan şeye”) bırakır ve Whitman varlığın birliğine dair bildirisinde kasıtlı olarak Kilisenin Kurucuları’nın Kutsal Ruh (Rûhulkudüs) için münasip gördükleri dili (“Tek kutsal, evrensel Kilise’ye inanıyoruz. Günahların bağışlanması için tek bir vaftizi kabul ediyoruz.”) aksettirir, böylece temayüllerimizin yelpazesini genişletir. İnancının işaretleri, Kutsal Ruh’un simgesi olan güvercinle değil, şarkısına, amentüsüne (credo) ayak uyduran “ördeklerle” (“erkek ördekle karolin ördeği”), alakargalarla taşınır: “İnanıyorum bu kanatların ereğine, / Onaylıyorum içimde kıpırdayan kızılı, sarıyı, beyazı” (“Bu kanatlı amaçlara inanıyorum, / Ve kabulleniyorum içimde oynayan kırmızıyı, sarıyı, beyazı”). Gökkuşağının renkleri, yeryüzündeki tüm soylar, telekler ve çiçekler, kaplumbağa ve doru kısrak; hepsi şairin tahayyülünü ateşler ve şair, İznik Konsili’nde piskoposların şekillendirdiği Teslis’ten daha büyük bir şeye olan inancını beyan eder. Bir hayvandan daha çok şey bildiğimizi sanmak ne ahmakçadır! Aynı sürüden olmadığımızı düşünmek daha da ahmakça…
--Christopher Merrill
Soru
Amerikan kahvaltılık gevrek kralı ve vejetaryen Will Kellogg, bir defasında, bir insanın gözleri olan herhangi bir şeyi nasıl yiyebileceğini sormuştur. Soru sarsıcıdır, zira sahiden mistik bir şeyler vardır gözlerle ilgili olan (yüzyıllardır söylendiği üzere, “gözler ruhun penceresidir”). Sizin türler arası ne gibi göz göze bakışma deneyimleriniz oldu ve hayvanların gözlerinde, öteki insanların gözlerinde gördüklerinizden farklı olarak neler bulabilirsiniz?