Serin gecede sürüye yön veriyor yaban kazı, Vak vaak! diyor, bir davet yolluyor bana sanki, Lakayıt birine anlamsız gelebilir ama kulak veriyorum ben, Duyuyorum yerini, duyuyorum maksadını kış göğüne karşı. Sivri toynaklı iri kuzey geyiği, eşikteki kedi, baştankara, çayır köpeği, Yavruları memelerine yapışmış, homurdanan domuz, Kanatlarını kabartmış dişi hindi ve civcivleri –– Görüyorum hepsinde ve kendimde aynı kadim yasayı. Binbir türlü duygu filizleniyor ayağımı yere bastığımda, Tarif etmek için ne yaparsam yapayım gülünç hallere düşürüyorlar beni. Düşkünüyüm açık havada serpilip boy atanların, Sığırlar arasında yaşayan ya da okyanusun, ormanların havasını taşıyan adamların, İnşaatçıların, gemi dümencilerinin, balta ve tokmak sallayanların, at arabacılarının –– Elimden gelse haftalar boyu onlarla yiyip içer, onlarla yatıp kalkarım. Alelâde, ucuz, yakın, kolay ne varsa işte oyum Ben; Talihimin peşinde saçıp savuruyorum kendimi, çoğalarak dönüyorum geri; Kim talip olursa kendimi sunabileyim diye süsleniyorum bir güzel; Gökten lütuflar yağsın demiyorum ben istedim diye, Varımı yoğumu bolca saçıyorum kendimden. --Aytek Sever’s translation
Erkek yaban kazı sürüsünün başında gidiyor gece serinliğinde, Ya-honk diye bağırıyor, sesi bana bir davetmiş gibi geliyor aşağıda, Şımarıklara anlamsız gelebilir bu, ama iyi dinlerlerse, Bulacaklardır amacını ve yerini ta orada, kış göğünde. Kuzeyin sert toynaklı Kanada geyiği, kapı eşiğindeki kedi, baştankara, çayır köpeği, Homurdanan dişi domuzun meme uçlarını çekiştiren yavruları, Yarı açık kanatlarıyla hindi ve civcivleri, Onlarda ve kendimde aynı eski kanunu görüyorum. Yere basınca ayağımı yüzlerce sevgi çıkıveriyor ortaya, Hepsi de küçümsüyor anlatmaya kalkacağım en iyilerini. Dışarıda büyümenin âşığıyım, Sığırların içinde yaşayan, okyanusun ya da ormanın tadını alan insanların, İnşaat işçilerinin, gemilerde dümen tutanların, balta ve tokmak kullananların ve at sürüsü güdenlerin, Onlarla yemek yiyip uyuyabilirim haftalar boyunca. En sıradan, en ucuz, en yakın, en kolay ne varsa Ben’im, Şansımı deniyorum, büyük kârlar için harcamalar yapıyorum, Donanıyorum beni alacak ilk kişiye vermek için kendimi, İstemiyorum gökyüzünün aşağılara inmesini iyi niyetim için, Onu daima saçıyorum özgürce. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
“Müzik süreklidir,” der Thoreau, “yalnızca dinlemektir aralıklı olan.” Whitman bu bölümde bize nasıl dinleyeceğimizi öğretir, sıradan olanın müziğini, tüm konserlerin en ihtişamlısını duymaya bizi davet eder. Açın kendinizi, diye salık verir okurlara, açın – yaban kazının şarkısına, “Vak vaak’”a (“Ya-Honk”), emziren domuzun homurtusuna, attığımız her adımda yerden “filizlenen” (“çıkıveren”) “duygulara” (“sevgilere”). Anlaşılan, dört bir yanda “aynı kadim yasa” (“aynı eski kanun”) geçerlidir ve bu örgüde müzik vardır.
Thoreau’nun kavrayışı, John Cage’in 4’33” adlı kompozisyonuna esin vermiştir; burada piyanistin, yapıtı oluşturan dört dakika kırk üç saniye boyunca hiçbir şey çalmaması, dinleyicinin olanı duyması için boşluk yaratması gerekir: Tekinsiz bir sessizlik belki; ve ayrıca çevrenin sesleri, müziği – soluk alıp veriş, bekleyiş. Az şey değildir kulakları böyle bir müziğe akort etmek; 4’33”’ün prömiyeri bazı çevrelerde tepki uyandırmıştır. Etrafımızdaki müziği duymamayı yeğleriz. Bilmek istemediklerimiz ne çoktur! Fakat duyabilecek kulakları olanlar için büyük ıstırapta bile müzik (Emily Dickinson’ın sözleriyle, “dingin bir duygu”) vardır – sağırlar veya işitme güçlüğü olanlar için bile. Zira dinleme duyusal bir meseledir: Yaratılışın müziğini hem kulaklarımızla içimize çekeriz, hem de gözlerimiz, burnumuz, dilimiz ve tenimizle. Tıpkı Odysseia’da memleketlerine doğru yol alan denizcilerin, gemi kazalarına neden olacak derecede güzel şarkı söyleyen büyücü kadınların yani Sirenlerin adasına yaklaşırken kulaklarını balmumuyla tıkadıkları gibi duyularımızı kapatsak bile, varlığımızın tüm lifleri dinlemek için can atar. Gene de hayatı müphem bir yoksunluk içinde geçirmektense, Odysseus’un yaptığı gibi kendimizi gemi direğine bağlatıp, yüreği arzuyla dolduran müziğe kulak vermek daha iyidir. Bir dinleyebilsek! Hamlet’in dediği gibi, ah, asıl güçlük burada (ah, there’s the rub) – ki onun da kendi müziği var…
--Christopher Merrill
Soru
Whitman yaban kazının bağırtısını yansımalı bir sözcükle ifade ediyor: “Vak vaak!” (“Ya-honk!”). Sizin dilinizde kuşların ötüş ve bağırışları nasıl ifade edilir? İngilizcede baykuş sesi genellikle “Who?” (“huu” olarak okunup “Kim?” anlamına gelen bir sözcük) şeklinde uyarlanır ve sorunun bir kuştan geliyor olmasının anlamı derindir; o yüzden İngilizcede baykuş bilgelikle ilişkilendirilir. Değişik kuşların ve çıkardıkları seslerin sizin dilinizde ne tür çağrışımları vardır?