Önsöz

Whitman, early 1870s, photographer unknown.
Whitman, early 1870s, photographer unknown.

Şimdi Whitman, önceki bölümdeki erotik fırtınanın ardından soluklanırmışçasına bize şiirin en kısa bölümünü sunar: cinsel birleşme sonrası altı dizelik bir yatışma. Betimlemeyi henüz tamamladığı, zirveye ulaşan tensel dokunuş, şimdi “ondan ayrılır” (“onu bırakır”) ve elektriklenen enerji bitkin düşmüş bedenini terk ederken şair bir kere daha Dokunuşa hitap eder. Birleştirici temas anları öyle güçlü –esrik, ıstıraplı ve mutlu– olmuştur ki cinsellikle yüklenmiş iki bedenin ayrılması bir yoksunluk “acısı” doğurur, bedenin “kılıfları” (“örtüleri”) yeniden hassas sinir uçlarını kaplar. Ama “ayrılık” yeni bir kavuşmayla eşleşir ve şair anlar ki, dokunuşun esrimesi bittikten sonra da her yoğun dokunuş kazanç getirmeye devam etmektedir. Şiddetli gökgürültüsü ve şimşek geçip gittikten sonra toprağı besleyen nazik bir “sağanak yağmur” (“rahmet”) misali, cinselliğin esrimesi sırasında bir başkasına verilen (ve tekrar tekrar verilecek olan) “borçların” bedenen süren “ödemeleri” sahiden “bereketlidir.” Dolayısıyla, zirveye ulaşan Dokunuş ayrılıp gidince, söz konusu kayıp, “ödül” (“mükâfat”) getirir; yumuşak ve bereketlendirici yağmurlar biçiminde gelen telafi, “filizlerin” (“sürgünlerin”), yani ileride “kocaman ve altın rengi” (“altın sarısı, sere serpe, dolu dolu”) olacak minik çimen yapraklarının “çıkıp çoğalmasını” (“boy boy uzanmasını”) sağlar (zira Whitman için “çimen” sadece çimenliklerin yeşil ögesi değildir, “eril / erkekçe” olarak tanımladığı çayır çimenleridir, ekindir, buğdaydır). Tüm manzara yukarıya doğru kalkmış saplarla “eril [bir şekilde] meydana serilir” (“erkekçe kabarır”), güneşe uzanan dimdik bitkilerden engin bir deniz olur.
Zirveye ulaşan tensel dokunuş deneyimi artık tüm manzarayı cinselleştirmiştir ve bütün doğanın (Whitman’ın Bölüm 3’te söylediği üzere) isteğin “doğurgan arzusu” (“doğurgan dürtüsü”) ile daima ilintili olduğuna dair kısa bir bakış sunmaktadır. Ve şair, “kör sevgi dolu kavgacı dokunuşun. . . . kendisinden ayrılışını” (“sevişen, güreşen, kör gözlü dokunuşun. . . . kendisini bırakışını”) anlatırken, kullandığı ifadedeki (leaving me) çifte anlamı da duymamızı sağlar: Evet, mest edici dokunuş onu “terk etme” anlamında “bırakmaktadır,” ama bu dokunma deneyimi aynı zamanda onu oyalanmaya, gelişmeye, konuşmaya, yazmaya, yapraklar üretmeye, yani dünyaya dokunduğu yoğun deneyimden doğan Çimen Yaprakları’nı üretmeye “bırakır.” Tüm canlı şeyler gibi, sözcüklerin kendileri de yoğun temas deneyiminden türerler ve fırtınayı takip eden dinginleştirici yağmurlarla biçimlenirler.

--Ed Folsom

Sevişen, güreşen, kör gözlü dokunuş,

              örtülere bürülü, kapüşon takmış, sivri dişli dokunuş!

Beni bırakmak acı mı veriyor sana?


Ayrılığın peşi sıra kavuşma, ebediyen geri ödenen ebedi borç,

Bereket yağdıran rahmet, ardından gelen bereketli mükâfat.


Boy boy uzanıyor sürgünler,

                          kaldırımın kenarından fışkırıyor capcanlı,

Erkekçe kabarıyor manzara, altın sarısı, sere serpe, dolu dolu.


--Aytek Sever’s translation 

Kör sevgi dolu kavgacı dokunuş, kılıflı, örtülü, keskin dişli dokunuş!
Çok mu acı verdi sana benden ayrılmak?

Ayrılığın ardından kavuşma gelir, sürekli borcun sürekli ödemesi,
Bereketli sağanak yağmur, nihayetinde daha bereketli ödül.

Filizler çıkar, çoğalır, direnir kaldırımın dibinde, verimli ve hayat dolu,
Eril manzara serilir meydana, kocaman ve altın rengi.


--Fahri Öz’s translation

Sonsöz

Şimdi, ayrılmanın sancısı; ipeğin, turkuaz kubbelerin ve imparatorluğu Hindistan’dan Mısır’a ve ötesine uzanan Timur’un mezarının masalsı şehrine, Semerkant’a giden hızlı trende. Terk edilmiş fabrikalar, meyve bahçeleri, zeytin ağaçları, pamuk yetiştiren aileler. Bir at doludizgin gidiyor yolda. Köprünün altından akan nehrin yanında çömelmiş adamlar. Pencerede oturan kör meddah bir gece önce Taşkent’te, Sergei Yesenin müzesinde okunan bir şiire, şairin kanla yazdığı son şiirine methiyeler düzüyor: “Elveda sevgili dostum elveda…”
“Ayrılığın ardından gelen kavuşma” (“Ayrılığın peşi sıra kavuşma”) olarak anar Whitman sevişmesinin zirvesini, o kutlu birleşme ve dağılma halini; ve bu kısa bölüm boyunca onu önce finans dünyasından devşirdiği metaforlarla (“sürekli borcun sürekli ödemesi” / “ebediyen geri ödenen ebedî borç”) devam ettirir, sonra da doğanın bereketiyle: Yağmur, “filizler” (“sürgünler”), bir hasat zamanı; bunların hepsi ona yaralı bilincin tesellisini sunar. Bir âşığın gözüyle takip ettiği ayrılıklar ve kavuşmalar, bitişler ve başlangıçlar arasındaki yakın bağlantı hakkında çok şey bildiği bellidir.
Üç beyit, altı dize. Yanıtsız kalan bir soru; boşluk; ardından bir cümle parçası, zarifçe dengelenmiş söz öbekleri biçiminde bir kıta, onun bitiminde şiire ağıtsal bir hava katan bir kelime: “nihayetinde” (“ardından”). Sonra gene boşluk ve yegâne bildirme ifadesi: Bu “eril” (“erkekçe”) manzaranın anahtarı olgunlaşmadır. Fakat baharda İpek Yolu’nda, gelinciklerle çevrelenmiş, ufka kadar uzanan pamuk fidelerinin görüntüsü karşısında da ürperir ruh heyecanla…

--Christopher Merrill

Soru

Gördüğünüz en şehvet uyandırıcı manzalar nelerdi ve onları sizin için öyle kılan neydi?