Her varlıkta bekler hakikat, Ne acele eder doğmak üzere ne de direnir, Doğum gereçleri olmadan, kendiliğinden dünyaya gelir, En cüzi şey benim için en büyüğü kadar önemlidir, (Bir dokunuştan daha öte ne olabilir?) Ne mantık yoluyla ikna olur insan ne de vaazla, Gecenin nemi daha derinlere işler ruhumda. (Kendi kanıtını herkese sunan şey geçerlidir yalnızca, Kimsenin reddetmediği şey geçerlidir yalnızca.) Yatıştırıveriyor beynimi tek bir an ve bedenimden tek bir damla, İnanıyorum ki ıslak topraktan âşıklar çıkıp ışık saçacak, Bedeniyle bir derlemeler derlemesidir her kadın ve erkek, Onların karşılıklı hisleri bir zirvedir ve bir çiçek, Aynı hikmetten sınırsızca dal budak salarak mutlak bir kudrete erişecekler, Ve onlar, bizler, hepimiz ve her birimiz nihayet yekpare sevince dönüşecek. --Aytek Sever’s translation
Bütün gerçekler bekler bütün şeylerin içinde, Ne acele ederler doğmak için, ne de direnirler doğumlarına, İhtiyaçları yoktur doğum uzmanının forsepsine, Önemsiz şey büyüktür benim için herhangi bir şey kadar, (Bir dokunuştan daha az ya da daha çok ne var ki?) Mantık ve vaazlar asla ikna edici gelmez bana, Gecenin rutubeti daha derinlerine işler ruhumun. (Yalnızca kendini her erkeğe ve kadına kanıtlayan şey öyledir, Yalnızca kimsenin yadsımadığı şey öyledir.) Bir dakikam, bir damlam yatıştırır beynimi, İnanıyorum ıslak toprak dönüşecek sevgililere ve lambalara, Ve özetlerin özeti tenidir erkeğin ve kadının, Ve birbirlerine duydukları hisler bir zirvedir, bir çiçektir, Ve sınırsızca dallanıp budaklanacaktır o dersten her şeyi yaratan hâline gelene dek, Biri ve herkes bizi mutlu edene dek ve biz de onları. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
Bahar yağmurları bitmişti ve Türkmenistan, Merv’deki bir kalede kazı yapan arkeologlar bulgularını tartışmaya can atıyorlardı: bir duvar, yeraltı odaları, metal paralar. Bir öküz kemiğinin keşfi bir tarım toplumunun varlığına; beş bin yıl önce kurulmuş Mezopotamya veya Çin tarzı bir medeniyete işaret ediyordu. İple sınırlanmış dörtgen alanlarda toplanan çömlek parçaları, insan yerleşiminin işaretlerini okuma sanatında eğitimli olanların bilgiye dayalı tahminlerini bekliyordu. Sıcak bir mayıs sabahı başörtülü, yaşlı bir kadının işçilere önce bir toprak yığınını, sonra bir diğerini elekten geçirmelerini emredişini seyrettim; eski dünyanın bir resmini zihninde canlandırıyor olmalıydı (daha doğrusu ben öyle hayal ettim): hükümdarlar ve tebaa, silahlar ve pişirme kapları, ekin ve hasat ayinleri. Ve dahası: fırtınalar, depremler, salgınlar… Whitman’ın bu bölümde hatırlattığı üzere “bütün şeylerin içinde bekleyen” (“her varlıkta bekleyen”) gerçekleri keşfetmek ne arkeolog için az şeydir ne de sanatçı için; çünkü gerçekler “ne acele ederler doğmak için, ne de direnirler doğumlarına” (“ne acele ederler doğmak üzere ne de direnirler”). İşin sırrı; tüm büyük ve küçük şeylerde yaratılış kıvılcımını, özü fark etmektedir. Zira her şey önemlidir.
Rainer Maria Rilke’nin Auguste Rodin’in stüdyosunda öğrendiği ders de buydu. Bir gün heykeltıraş ona ne yazdığını sormuştu. Hiçbir şey, demişti şair; bunun üzerine Rodin ona hayvanat bahçesine gitmesini ve bir hayvanı kâğıda aktarıncaya dek gözlemlemesini tavsiye etmişti: Böylece onun yüzlerce şey-şiirinin (Ding-Gedicht) ilki olan “Panter” (Der Panther) şiiri doğdu. Şair bu şiirleri Yeni Şiirler’i (Neue Gedichte, 1907) oluşturan iki ciltte bir araya getirdi ve yapıt William Carlos Williams, Francis Ponge, Pablo Neruda ve diğerlerinin yazdıklarıyla beraber gündelik nesnelerde varlığın anlamına dair ipuçları bulmayı esas alan modern geleneği kuran temel metinlerden biri oldu. Esasen Whitman’ın tüm soruların en önemlisini sorarak başlattığı bir gelenektir bu: “Bir dokunuştan daha az ya da daha çok ne var ki?” (“Bir dokunuştan daha öte ne olabilir?”). Yanıt sevgidedir. Türkmen arkeolog bir çömlek parçasını güneşe doğru kaldırdı ve gülümsedi.
--Christopher Merrill
Soru
Sırf dünyadaki fiziksel bir şeye dikkatle bakmanın size kitaplarda okuduğunuz ya da konferanslarda, vaazlarda duyduğunuz her şeyden daha anlamlı göründüğü bir an hatırlıyor musunuz? O şeyde bekleyen hakikat neydi?