Önsöz

Whitman on the rocks.  A dramatic staging by celebrity photographer Napoleon Sarony (1878).
Whitman on the rocks.  A dramatic staging by celebrity photographer Napoleon Sarony (1878).

Gördüğümüz üzere, Whitman’ın “Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı”ndaki en önemli başarılarından biri, bir bedenin içinde yaşamanın ve duyularımızın dünyanın engin çoğulluğunu soğuruşunu deneyimlemenin nasıl bir şey olduğunu dil üzerinden yakalamasıdır. Şimdi bu bölümde, Whitman daha önce hiç denemediği bir şeyi başarır: Evrimleşmiş bir bedeni mesken tutmanın nasıl bir şey olduğunu yakalar. Dünyanın varlıklarının görünümlerinden, seslerinden, aromalarından, tatlarından ve temaslarından haz duyduğu sırada, kendi insani bedeninin hem zamanın çağları boyunca meydana gelen muazzam evrimsel değişimlerin sonucu olduğunu, hem de biçimlerin sonsuz çeşitliliği içinde yaşamın bitimsiz türeyişinin ilerleyen, kesintisiz sürecinin parçası olduğunu fark eder. Evrim insanlarla sonuçlanmaz; insan ancak muazzam bir birikim halindeki yaşam formlarından biridir. Her insan yaşama bir zigot, tek hücreli bir yaratık olarak başlar ve dokuz aya sıkıştırılmış bir evrimle, tek hücreden, sıvı ortamında yaşayan, solungaçları ve kuyruğu olan minik bir yaratığa doğru gelişir: Gebelik sıkıştırılmış bir evrimdir, dolayısıyla her insan hem tek hücreli olarak yaşamı hem de suda yaşayan bir yaratık olarak yaşamı belli bir seviyede deneyimlemiştir. Whitman’a göre, doğduğumuz zaman, bir yıldan kısa bir sürede evrimi yeniden katetmiş bir insan bedeniyle ortaya çıkarız ve yosundan meyveye, kuşlara, dörtayaklılara kadar “içimizde barındırdığımız” (“varlığımızda bir araya gelmiş”) tüm organik şeyleri “geri çağırırız canımız çektiğinde” (“bir bir geri çağırabiliriz dilediğimiz an”). Bilimin tekrar tekrar gösterdiği üzere, tüm yaşam formları aynı tek hücreli atadan gelir ve tüm bedenimiz evrim yolculuğunda bize eşlik etmiş olan öteki yaşam formlarının izleriyle “baştan aşağı sıvanmıştır” (“tepeden tırnağa bezenmiştir”); kollarımız öteki yaratıklarda kanatlar olarak ortaya çıkan aynı biçimlerin uzantılarıdır, tırnaklarımız ise güdükleşmiş pençelerdir.
Whitman bu bölüme basit bir inanç ifadesiyle başlar: bir çimen yaprağından, bir çayırda “kafasını eğip ot yiyen” (“başını eğmiş geviş getiren”) ineğe kadar her şeyin mucizevi doğasına olan bir inanç. Bir çimen yaprağının “yıldızların yolculuğundan küçük olmadığını” (“durmak bilmeyen yıldızlardan hiç de aşağı olmadığını”) bilir, zira kendisi de bir zamanlar takımyıldızları oluşturan atomlarla beraber yoğunlaşmış atomlardan meydana gelmiştir (ve neticede o çimen yaprağı da uzakta, kâinatta görünen haliyle –her birimiz gibi– aslında bir takımyıldızın parçasıdır). Elindeki tek bir eklemin en karmaşık makineden daha karışık olduğunu; ya da tam anlamıyla hakkını verdiğimiz takdirde bir “farenin” (“sıçanın”) küçücük mucizesinin yaşamın yaratıcı gücüne inancı olmayanları dahi inançlı kılabileceğini gözlemleyen şair, evrim basamaklarını inip çıkar, evrim tablosunda bir yukarı bir aşağı, heyecan verici, hayalî bir gezinti yapar, bedenimizin üzerine ve içine kazınmış sayısız yaratıkla temas kurar ve onların her birini sever.
Ebediyen değişen, dönüşen, evrim geçiren bu maddi yaratımı hiçbir şey durduramaz. Evrenin oluşumunun muazzam şiddeti, boşlukta savrulan “magma kayaları” (“plütonik kayaçlar”), yok olup gitmiş “mamut” ve dinozor gibi iri yaratıklar, kıtaların tektonik kaymaları, okyanusların kuruyup yeniden oluşmaları, bütün bunlar şu ânı mesken tutan yaşama ket vurmayı çalışmışsa eğer, “boşunadır.” Çünkü buradadır yaşam; bir bedeni mesken tutan bizler biçiminde buradadır. Akrabalarımız olan, yüksekteki “şahinler” (“akbabalar”) ile, Labrador’daki “ustura gagalı deniz kuşu” (“ustura gagalı alk”) ile yolculuk edebiliriz bizler hayalimizde; yahut şahinin veya kartalın yuvasında dinlenebiliriz. Hepsi “boşunadır” (in vain), çünkü Whitman’ın buradaki kelime oyunuyla belirttiği üzere, bereketli geçmiş bizim damarlarımızdadır (in our veins), bizzat kanımızın parçasıdır. Üzerine dünyanın yaşamının kazınmış olduğu bir biçimi mesken tutarız ve o biçim bizi şimdiyi deneyimlemek üzere şekillendirir – ta ki aynı beden başka şimdileri deneyimleyecek olan başka biçimlere dönüşene dek.

--Ed Folsom

İnanıyorum ki bir çimen yaprağı

                            hiç de aşağı değildir durmak bilmeyen yıldızlardan,

Fevkalâdedir karınca, kum tanesi, çalı kuşu yumurtası,

Ve bir şaheserdir ağaç kurbağası en muhteşeminden,

Göğün salonunu donatacak bir süstür kıvrım kıvrım böğürtlen,

Bilumum makineyi gülünç gösterir elimdeki tek bir eklem,

Başını eğmiş geviş getiren inek üstündür en güzel heykelden,

Ve zilyon tane inançsızı afallatmaya yetecek bir mucizedir sıçan.


Varlığımda bir araya gelmiş gnays, kömür, ipliksi yosunlar,

                                                     meyveler, tahıllar, yenilebilir kökler,

Tepeden tırnağa dörtayaklılarla, kuşlarla bezenmişim ben,

Ve arkamdakileri bir neden uğruna geride bırakmışım ama

Hepsini bir bir geri çağırabilirim dilediğim an.


Boşunadır ürküp kaçmak,

Boşunadır adım adım yaklaştığım plütonik kayaçların ısı yayması,

Boşunadır mamutun

                           toz haline gelmiş bir iskeletin ardına saklanması,

Boşunadır nesnelerin birbirinden fersah fersah uzakta

                                                                  türlü biçimlere bürünmesi,

Boşunadır okyanusun çukurları doldurması

                         ve kocaman yaratıkların derinlere sığınması,

Boşunadır akbabanın göğü mesken tutması,

Boşunadır yılanın sarmaşıklar ve tomruklar arasından süzülmesi,

Boşunadır geyiğin ormanın en gizli geçitlerine ilerlemesi,

Boşunadır ustura gagalı alkın kuzeyde Labrador’a kadar uçması,

Süratle giderim peşi sıra,

              çabucak tırmanırım uçurumdaki yarığın içindeki yuvaya.


--Aytek Sever’s translation 
Bence bir çimen yaprağı küçük değildir yıldızların yolculuğundan,
Ve karınca eşittir mükemmellikte, bir kum zerresi ve çit kuşunun yumurtası da,
Ağaç kurbağası bir şaheserdir en seçkinler için,
Böğürtlen birebirdir süslemek için cennetin salonlarını,
Elimdeki en küçük eklem gölgede bırakır bütün makineleri,
Kafasını eğip ot yiyen inek üstündür değme heykelden,
Ve bir sekstilyon  imansızı hayrete düşürecek kadar mucizevidir bir fare.

Anlıyorum ki içimde barındırıyorum gnaysı, kömürü, uzun lifli yosunu, meyveleri, hububatı, sebze köklerini,
Sıvanmış bedenim baştan aşağı dört ayaklılarla, kuşlarla,
Arkamda kalanları uzaklaştırmışım haklı nedenlerle,
Ama geri çağırıyorum onları canım çektiğinde.

Boşuna acele etmek ya da utangaçlık,
Boşuna magma kayalarının eski ateşini dökmesi yollarıma,
Boşuna mamutun toza dönmüş kendi kemikleri altında çekilmesi geriye,
Boşuna nesnelerin fersahlarca uzakta durması ve çeşit çeşit biçimlere bürünmesi,
Boşuna okyanusun oyuklara çökmesi ve büyük canavarların gizlenmesi,
Boşuna şahinin gökyüzünü evi bilmesi,
Boşuna yılanın akıp gitmesi sarmaşıklarla kütüklerin arasından,
Boşuna Kanada geyiğinin orman içi geçitlere dalması,
Boşuna ustura gagalı deniz kuşunun kuzeyin ücra köşelerinden Labrador’a kanat açması,
Hemen izini sürüyorum, iniyorum yuvaya bir kayalığın yarığındaki.

--Fahri Öz’s translation

Sonsöz

Şayet Wordsworth Prelüd’de şairin zihinsel gelişimini betimleyerek yaratıcı aklın işleyişi için bir model oluşturmuşsa ve günümüze dek sanatsal pratiğe yön vermişse, o halde Whitman da bu bölümde yaratıcı aklın kozmik modelini, daha haşmetli bir yaratılış görüntüsü olan “yıldızların yolculuğunu” (“durmak bilmeyen yıldızları”) ele almıştır. “Evrim sadece Doğada, Politikada ya da İcatlarda değil, Şiirde de bir kuraldır” diye yazmıştır Whitman, radikal poetikasının teyit ettiği cüretkâr bir savla. Hatta “Çimen Yaprakları evrimin ta kendisidir – en çeşitli, serbest, geniş biçimiyle evrim” diye de vurgulamıştır. Serbest ölçü onun için sadece bir düşünme şekli değil, aynı zamanda, dilde yenilik, devlette yenilik ve en aşağı karıncadan ve “magma kayalarından” (“plütonik kayaçlardan”) kuzeye doğru yol alan “ustura gagalı deniz kuşuna” (“ustura gagalı alka”) kadar her şeyi kapsayan “özetler özetinde” (“derlemeler derlemesinde”), yani bedenin ta kendisinde yenilik doğrultusunda bir teşviktir. Daima takip eder şair.
Bir bahar sabahı Pasifik kıyısındaki bir kumsalda yürürken, zaman zaman kalın kumtaşı tabakalarının kopup düştüğü aşınmış bir uçurumun altında, bir arkadaşım bana bir keresinde yaklaşık otuz metre yukarıdaki bir yarıktan aşağıya birbirine kenetlenmiş çıngıraklı yılan yavrularının düştüğüne şahit olduğunu söylemişti. Yuvalarının neden o denli açıktaki bir yerde olduğu arkadaşım için bir gizemdi, fakat kendisi de kısa süre önce kumsalın yukarısındaki bir uçurumda bir daire satın almıştı. “Belki manzarayı sevmişlerdir,” diye espri yapmıştım. “Kötü şans,” diye yanıtlamıştı ve sonra şansın evrimde nasıl bir rol oynamış olabileceği üzerine fikir yürütmüştü. Bense, “Ne şans ama,” diye düşünmüştüm: Whitman, “bir kayalığın yarığındaki yuvaya” (“uçurumdaki yarığın içindeki yuvaya”) tırmanıp durmuş, kendini doğa unsurlarına ve evrimin fiziksel ve manevi, poetik ve politik risklerine açmıştı. Amerikan demokrasisinin “Kendimin Şarkısı / Benliğimin Şarkısı” ile aynı çizgide evrimleşmeye devam edeceğine inanmıştı; biliyordu ki şiiri hem geleceğin her dildeki şiirlerinin nüvelerini barındırıyordu, hem de meyveleri ve “hububatı” (“tahılları”), gnaysı ve “sebze köklerini” (“yenilebilir kökleri”), güneş ışığını ve ayaklarımızın altındaki kumu…

--Christopher Merrill

Soru

Whitman, evrimsel güçlerin meydana getirdiği bir bedeni hayal ederek, (Çimen Yaprakları’nın 1855 basımının önsözünde söylediği üzere) bilim insanlarının ne bakımdan “şairler için kanun koyucu olduklarını” örneklendirmiş olur. Evrimleşmiş bir şey olarak tahayyül edilen bir beden, ilâhi iradeyle yaratılmış bir şey olarak tahayyül edilen bir bedenden ne anlamda farklıdır? Evrimleşmiş bir bedenin “Tanrı’nın suretinde yaratılmış” olabileceğini tahayyül etmek mümkün müdür?