Kendimi anlatmamın zamanı geldi –– haydi ayağa kalkalım. Bilinen ne varsa soyunup atıyorum üzerimden, Tüm erkek ve kadınları sürüklüyorum Bilinmeyene doğru kendimle beraber. Zamanı gösterir saat –– peki ya sonsuzluk neyi gösterir? Trilyonlarca kışı ve yazı geride bıraktık bugüne dek, Daha trilyonlarcası var önümüzde ve trilyonlarcası, onların önünde. Bolluğu ve çeşitliliği getirdi doğumlar bize, Başka doğumlar da bolluk ve çeşitlilik getirecek bize. Ne daha büyük ne de daha küçük derim bir şeye, Kendi devrinde kendi yerini dolduran her şey denktir ötekilerin hepsine. Sana karşı cani ve haset miydi insanlık, ey canım kardeşim? Üzgünüm senin adına, onlar bana karşı cani ve haset değiller, Bana karşı hep naziktiler, geçmişin hesabını tutmuyorum yas çekerek, (Zaten benim yasla ne işim olacak?) Gerçekleşmiş her şeyin zirvesiyim ve tüm olacakları içeririm ben. Basamakların tepesindeki en uç basamağa basıyor ayağım, Her basamakta çağlardan bir demet ve aralarında daha da büyük demetler, Layıkıyla aşılmış aşağıdakilerin hepsi ve işte hâlâ adım adım çıkıyorum. Yükseldikçe yükseliyorum, yerlere eğiliyor hayaletler ardımdan, Aşağıda en uçta görüyorum koskoca ilk Hiçliği, biliyorum oradan da geçtiğimi, Bekledim görünmeden, daima, uyudum ağır sislerin içinde, Zamanımı bekledim hep, rahatsız etmedi beni leş kokulu karbon. Sarılıp sarmalanmıştım uzun zaman –– pek uzun zaman. Muazzam hazırlıklar yapılmıştı benim için, Yardım etti bana sadık ve sevecen eller. Döngüler taşıyıp götürdü beşiğimi, şen kayıkçılar gibi durmadan kürek çektiler, Bana yer açmak için kenara kaydı yörüngelerinde yıldızlar, Beni getirecek şeye göz kulak olmak için etkiler yolladılar. Daha anamdan doğmadan yön verdi bana nesiller, Ölgün değildi embriyom asla, hiçbir şey üzerini örtüp ezemezdi onu. Onun için bir küreye dönüştü nebula, Onu taşımak için üst üste yığıldı ağır ağır alabildiğine yer katmanları, Kocaman bitkiler besleyip yaşattı onu, Devasa dinozorlar taşıdı onu ağızlarında, özenle sakladılar toprağa. Beni tamamlayıp sevince boğmak için seferber edildi tüm güçler aralıksızca, Şu an tam bu noktada duruyorum işte gürbüz ruhumla. --Aytek Sever’s translation
Kendimi açıklamanın zamanı geldi—ayağa kalkalım. Bilineni söküp atıyorum, Benimle birlikte Bilinmeyen’in içine atıyorum bütün erkek ve kadınları. Saat şimdiki anı gösterir—iyi de sonsuzluk neyi gösterir? Trilyonlarca kış ve yaz geçirdik şimdiye kadar, Önümüzde daha trilyonlarcası var, onların önünde de trilyonlarcası. Doğumlar zenginlik ve çeşitlilik getirdi bize, Başka doğumlar da zenginlik ve çeşitlilik getirecek. Birine daha büyük, ötekine daha küçük demem, Zamanını ve yerini dolduran eşittir herhangi bir diğerine. İnsanlar öldürdü mü seni, kıskandılar mı kardeşim, kız kardeşim? Üzgünüm senin için, beni öldürmediler, kıskanmadılar da, Her şey yolunda gitti benim için, katiyen sızlanarak hatırlamıyorum hiçbir şeyi, (Sızlanmayla ne işim olsun ki?) Başarılmış şeylerin bir zirvesiyim ben ve olacak şeyleri sarıp kuşatanım. Ayaklarım basamakların doruğunun doruğuna basar, Her adımda bir demet çağ, adımlar arasında daha büyük çağ demetleri, Aşağıdakilerin hepsini gezdim hakkını vererek, yine de devam ediyorum tırmanmaya. Her tepede boyun eğiyor bana hayaletler, Ta aşağılarda ilk büyük Hiç’i görüyorum, bir zamanlar orada olduğumu da biliyorum, Görünmeden ve hep bekledim, uyudum uyuşuk sisin içinde, Acele etmedim, kokmuş karbon zarar vermedi bana. Bir şey sımsıkı sarıldı bana uzun süre—hem de çok uzun süre. Çok büyük hazırlıklar yapıldı benim için Vefalı ve dostçaydı bana yardım eden kollar. Devirler taşıdı beşiğimi, kürek çekerek neşeli sandalcılar misali, Yıldızlar kenara çekildi güzergâhlarında, yer vermek için bana, Etkilerini kullandılar beni barındıracak şeye göz kulak olmak için. Daha doğmadan anamdan, yol gösterdi bana kuşaklar, Hiç uyuşuk olmadı ceninim, hiçbir şey alt edemezdi onu. Onun için bir gök cismiyle kaynaştı nebula, Uzun hantal katmanlar üst üste dizildi ona yaslanmak için, Kocaman bitkiler besledi onu, Dev sürüngenler taşıdılar onu ağızlarında ve güvenle teslim ettiler. Bütün güçler seferber oldu tamamlamak ve memnun etmek için beni, İşte duruyorum zinde ruhumla buracıkta. --Fahri Öz’s translation
Sonsöz
“Bilineni söküp atıyorum,” diye konuşur Whitman bu bölümde, “benimle birlikte Bilimeyen’in içine atıyorum bütün erkek ve kadınları” (“Bilinen ne varsa soyunup atıyorum üzerimden, / Tüm erkek ve kadınları sürüklüyorum Bilinmeyene doğru kendimle beraber”). Artık ortaya çıkmıştır ki, bütünü, bireyi, kozmosu, geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsayan ve şairin şarkısını söyleyip yücelttiği “kendi” (“benlik”), aslında tarih boyunca (“trilyonlarca kış ve yaz boyunca”) maddeyi her yöne sevk eden, başlangıçtan ebediyete dek evreni yöneten güçtür ve bu ebediyet tam da şu andır: ebedî şimdi. Şairin vizyonu için hazırlıklar “ilk büyük Hiç” (“koskoca ilk Hiçlik”) ile başlamış; bu şiirin yaratıcısı da dâhil olmak üzere, olmuş ve olacak her şeyin malzemesi onunla temin edilmiş, bir ve bütün onunla bir araya gelmiştir ve yankıları da zamanın sonuna dek sürecektir. Bu şiir ise, “olacak şeyleri sarıp kuşatan” (“tüm olacakları içeren”) şairin giderek artan yüksekliklerden taradığı yepyeni âlem için bir haritadır.
Suyun açıkları ve parlak güneş. Narragansett Körfezi’nde, bir 17. yüzyıl patalyasının replikasında, arkadaşlarım ve ben, Providence’tan Newport’a doğru “neşeli sandalcılar misali kürek çekiyoruz” (“şen kayıkçılar gibi durmadan kürek çekiyoruz”) ve güneşe batana dek yönünü değiştirmeyen sabit kuzey rüzgârıyla süzülerek gelgit akıntısı üzerinde konteyner gemilerinin, yatların ve futaların yanından geçiyoruz. Kıyıdan açıkta siste yolunu kaybetmiş iki balıkçının hikâyesini anlatıyor serdümenimiz; onların, elleri kürekler üzerinde donmuş bir halde nasıl kürek çektiklerini ve sonunda birinin soğuktan nasıl öldüğünü; arkadaşının onun bedenini balast olarak pupaya yerleştirip Newfoundland’a doğru nasıl devam ettiğini ve uçları kangren olmuş parmaklarının orada nasıl ampüte edildiğini; sağ kurtulan balıkçının yaşamının sonraki yıllarında deforme ellerine göre oyulmuş özel küreklerle Atlas Okyanusu’nu nasıl aştığını…
“Nasıl devam edebildi acaba?” diye soruyorum bir anlık sessizlikte. Biraz dinlenmek için küreklerimi sandala çekiyorum ve ilerisinde limanın olduğu köprüye olan mesafemizi zihnimde tartıyorum. İki saat? Belki üç?
Patalyamız bir ıstakoz avlama sepetinin yanından süzülüyor, ardından bir karabatağın tünediği bir şamandıranın, sonra da yön değiştiren gelgitin oluşturduğu köpüklü bir girdabın. Serdümen gülümsüyor.
“Davranın küreklere” diyor. “Asılın.”
--Christopher Merrill
Soru
Tek bir gün içerisinde doğrudan doğruya sizin parçanız haline gelen bütün maddeleri zihninizde canlandırmaya çalışın. Sonra, giderek artan zaman aralıkları üzerinden, dünyadaki maddelerle ne şekilde bağlantılı olduğunuza dair sezginizi genişletmeye çalışın. Dinozorlara kadar ulaşabiliyor musunuz? Peki ya “ilk büyük Hiç’e” (“koskoca ilk Hiçliğe”)?