Önsöz

Whitman's two fists (photo F. Pearsall, c:a 1870)
Whitman's two fists (photo F. Pearsall, c:a 1870)

Çoğu kültürde yemek masası kutsal bir alandır, aileyi ve arkadaşları, kitlenin içinden seçtiklerimizi bir araya getiren mahrem bir yerdir. Bu bölümde Whitman demokratik bir sofra kurar ve herhangi birinin “herkese açık [olan bu] sofradan” (“herkes için [olan bu] yemekten”) payını almaktan nasıl hariç tutulabileceğini tahayyül edemez. Whitman’ın hayalî sofrası aynı zamanda bu şiirin kendisidir elbette; içten bir ikram sunan, hiçbir okurun dışlanmadığı başka bir “masa”dır bu şiir. Şiirler, hatta tüm kitaplar açık birer sofradır, neticede kimse onlardan payını almaktan mahrum bırakılamaz, her ne kadar çoğu kitap zihnen belli bir kitle için yazılsa da. Ama Whitman’ın şiiri özeldir, çünkü tam da köleden günahkâra, hırsızdan fahişeye, muhtemel herkesi içine alan bir kitleye yazılmıştır.
Yirminci yüzyıl Afro-Amerikan şairi Langston Hughes, Whitman’ın demokratik bir yemeğe olan davetine yanıt veren bir şiir yazmıştır. “Ben de” (“I, Too”) adlı bu şiir Whitman’a “Ben de şarkısını söylüyorum Amerika’nın” der. Beyaz bir erkek olarak Whitman, ulusun şiirsel sesi olduğunu kolaylıkla iddia edebilir, ama Hughes onun vaat ettiği “herkese açık sofranın” (“herkes için [olan] yemeğin”) aslında henüz gerçekleşmediğini ileri sürer: “Ben, koyu tenli erkek kardeş. / Mutfağa yolluyorlar beni yemeğimi yiyeyim diye / Misafirler geldiğinde.” Hughes’un demokratik sofraya tam olarak iştirak etmekten hâlâ mahrum tutulan siyahi anlatıcısı nihayet “misafirler geldiğinde masada olacağı” günleri öngörür ve “Ben de Amerika’yım” diye noktayı koyar. Bu tür şiirler, Amerika’daki azınlık topluluklarının Whitman’ın demokratik davetinden bir yandan nasıl cesaret alıp diğer yandan onun iddialarına itiraz ettiklerini ortaya koyar.
Bu bölümün çarpıcı yanlarından biri, Whitman’ın, şiiri okuyan bizlere dair akılda kalıcı bir imge sunmasıdır. Gösterici nitelikteki “bu” (this) sözcüğünü tekrar tekrar kullanarak, Whitman dikkatimizi bu şiire, bu sayfaya, şiiri okuduğumuz bu âna çeker. Ayrıca fiziksel varlığımızı, sayfadaki sözcükleri okşayan “ürkek elimizi” (“mahcup elimizi”) ön plana çıkarır. Whitman’ın sözleri, âdeta doğrudan doğruya sayfadan bize bakmakta ve hem saçlarımızı, hem sözcükleri biçimlendirip şiirin birlik mesajını (dudak dudağa bir öpüşme gibi) mırıldanan dudaklarımızı, hem de sayfanın yüzünden şairin yüzünü yansıtan yüzümüzü görmektedir. Bu şiir doğadaki şeylerden biridir yalnızca, diye vurgular Whitman: elimizde tuttuğumuz ve hayretle baktığımız bir şey. Şu an, bu okuma edimi sırasında, “bu saat” (“işte şimdi”), sadece şair ve biz varız, yalnız ve baş başa. Whitman en derin sırlarını söyleyecektir bize ve şu an sadece sana söylemektedir. Ama gün ışığı gibi ya da bir kuş ötüşü gibi, bu sözler de ayrım gözetmezler, herkesin gözleri ve kulakları için müsaittirler.

--Ed Folsom

Bir sofradır bu herkese açık, ettir bu en tabii açlık için,

İster erdemli olan buyursun ister şeytanî,

                                                                      herkesle sözleşiyorum ben,

Hor görülüp dışlanmayacak bir kişi bile,

İster kapatma olsun, ister asalak, ister hırsız,

İsterse koca dudaklı köle, yahut frengili ––

                                                                     herkes davetli,

Dışlanmayacak ne onlar ne de başkaları.


Ürkek bir elin dokunuşudur bu, dalgalanan bir saçın kokusu,

Dudaklarım değiyor işte dudaklarına, arzulu bir mırıltı bu,

Bir derinlik, bir boyut bu yüzümü en uzaklardan yansıtan,

Birleşip tamamlanışımdır bu benim hassas ve yoğun,

                                         ve ayrılarak serbest kalışımdır yeniden.

  

Yoksa gizli bir maksadım mı var sence?

Elbette, nisan sağanaklarının, kaya yüzeyindeki mikanın da öyle!


Şaşkına mı çeviriyorum yoksa seni?

Günışığı da şaşkına çevirmez mi insanı,

                                                       yahut ormanda şakıyan ötleğen?

Ben onlardan daha mı çok şaşırtıyorum sanki?


Sır olarak söylüyorum sana bu saat sözlerimi,

Bil ki herkese söylemem, ama sana söylüyorum işte.

--Aytek Sever’s translation 

 

 

Bu yemek herkes için, bu yemek doğal açlık için,
Bu dürüstler için olduğu kadar kötüler için de, herkesi çağırıyorum,
Bir kişiyi bile küçük görmeyeceğim, bir kişiyi bile dışarıda bırakmayacağım,
Bu vesileyle kapatma, beleşçi, hırsız da davetlimdir,
Kalın dudaklı köle de, zührevi hastalığı olan da davetli;
Hiçbir fark olmayacak aralarında ve onlarla geri kalanlar arasında.
Bu mahcup elin dokunuşudur, bu uçuşması ve kokusu saçın,
Bu dokunuşudur dudaklarımın dudaklarına, bu arzunun mırıldanması,
Bu yüzümü yansıtan uzak mı uzak derinlik ve yükseklik,
Bu özgecil kaynaşmasıdır kendimin ve yeniden çıkış noktası.

Sence anlaşılması güç bir niyetim mi var?
Tamam var, tıpkı nisan ayındaki sağanakların, kayanın bir yanındaki mikanın nasıl bir niyeti varsa.

Sence şaşırtıyor muyum başkalarını?
Gün ışığı şaşırtıyor mu? ormanda kızılkuyruğun erken vakit cıvıltısı şaşırtıyor mu?
Ben onlardan daha çok mu şaşırtıyorum?

İşte şimdi mahrem bir şeyler anlatacağım,
Herkese anlatamayabilirim, ama anlatacağım sana.

--Fahri Öz’s translation

Sonsöz

Whitman’ın, bu bölümde, aşağılanmış ve hor görülmüş olanlarla yenilen bir yemek üzerinden açıkladığı, “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”ndaki “gizli maksadı” (“anlaşılması güç niyeti”) hiyerarşik dünya görüşümüzü başaşağı çevirir: Onun sofrasına herkes davetlidir, aziz, günahkâr, bütün herkes. Şairin paylaştığı, “şaşkına çeviren” (“şaşırtan”) sır şudur: “Birleşip tamamlanışım ve ayrılarak yeniden serbest kalışım” (“özgecil kaynaşması kendimin ve yeniden çıkış noktası”) dediği birleşme ve tahayyül eylemlerinin tezahürü, ona (kim bilir ne zaman, nerede) açık etmiştir ki, doğada veya toplumda bir değerler hiyerarşisi yoktur; bahar yağmuru, güneş ışığında parıldayan mika ve “ötleğen” (“kızılkuyruk”) şakıması, yahut yaşam şölenindeki herhangi bir konuğun kaygıları arasında hiçbir fark olamaz. Hiç kimse bir başkasına üstünlüğünü dayatamaz.
Whitman’ın sonraki kuşakların şairleri üzerindeki prozodik ve felsefi etkisi, çağcıl Amerikan şiirine damga vuran açık biçimlerin (open forms) yaygınlığıyla ve dünyaya yönelik genel bir demokratik tavırla, hemen her şeyin bir yapıta esin verebileceğine dair kabulle ölçülebilir. Örneğin, “Spring Rain” (“Bahar Yağmuru”) şiirinde Robert Hass, bir Pasifik borasını hayalî olarak birkaç muhtemel gelecek hattına doğru takip eder: Sierralar’da kar olarak; bir dere boyunca filizlenip, tohumlarını yiyen gri alakarga tarafından etrafa yayılan hezaren olarak; bir arkadaşla kahve içmenin arka planı olarak, ki burada ziyaretin “söylenmemiş izleği” “toplanmanın kutsanmışlığı ve dağılmanın kutluluğu”dur. Gerek insani gerekse insandışı deneyimde her etkileşimin izleği budur: Bir araya gelir, sonra ayrılıp gideriz. Bu olgudan şiir yaratmayı bize öğreten Whitman olmuştur.

--Christopher Merrill

Soru

Kültürünüzde sofra kurma âdetleri nasıldır? Aile ve arkadaşlar haricinde, özel günler için kurulan yemek sofraları var mıdır? “İster erdemli, ister şeytani olan [için]” (“dürüstler için olduğu kadar kötüler için de”) sofra kurulmasını gerektirebilecek bir vesile aklınıza geliyor mu?